Gelişen ve değişen dünyada, her alanda olduğu gibi sağlık alanı da, insanlar için gelişmeye devam etmektedir. İnsanlar artık, bulundukları ülkenin olanaklarına bağlı kalmadan, sağlık hizmeti almak için başka bir ülkeye seyahat etmektedir. Bu durum sağlık turizmi olarak adlandırılmaktadır.

Sağlık turizmi, insanlar için oldukça önemli bir durumdur. İnsanlar, sağlıklarına kavuşmak, sağlıklarını korumak veya geliştirmek için güvenli bir sağlık kapısı arayışı içindedir.

Türkiye, eşsiz ve stratejik coğrafi konumu ile Avrupa, Asya ve Orta Asya’ya sınırı bulunan iki kıta arasındaki kavşak noktasıdır. Birçok ülkeden uçakla kolay ve kısa sürede ulaşılabilir. Türkiye, geçmişinden gelen misafirperverlik geleneğini medikal turizm hizmeti anlayışıyla birleştirmiştir. Sağlık turistinin Türkiye’ye ayak basmasından itibaren, evine uğurlanana kadar ihtiyaç duyabileceği her türlü hizmet, uzman sağlık personeli ve acente yetkilileri tarafından karşılanmaktadır.
Türkiye’de sağlık turizmi tarihçesine bakacak olursak;

—  1990 – 2000 yılları arasında, sağlık turizmi konuşulmaya başlanmıştır.

  • 2000 – 2005 yılları arasında, sağlık turizmi medya gündemine girmiştir.
  • 2005 – 2008 yılları arasında, sağlık turizmi çeşitliliğinde medikal turizmi öne çıkmıştır.
  • 2005 – 2010 yılları arasında, STK, kamu ve özel sektörde sağlık turizmi farkında lığı oluşmuştur.
  • 2010 – 2014 yılları arasında, stratejik eylem planında yer almıştır.  2010 yılında, Sağlık Bakanlığı Sağlık Turizmi Koordinatörlüğü kurulmuştur.
  • Yine 2010 yılında sağlık turizmi ile ilgili ilk mevzuat değişikliği yayınlanmıştır.
  • Sağlık Turizmi Sağlık Bakanlığının, 2023 vizyonuna girmiştir.
  • Dünya Sağlık Örgütü, Türkiye’nin sağlık turizmi potansiyeline işaret etmiştir.
  • Hükümet politikası haline gelmiştir.
  • Bunlara ek olarak, Sağlık Turizmini Geliştirme Konseyi (THTC), 2005 yılında sağlık turizmi faaliyetlerini geliştirmek ve ulusal çabaları birleştirmek amacıyla kurulmuştur.

Sağlık turizminin sadece hastanelerde tedavi için gidilen bir turizm çeşidi olarak değerlendirilmemesi gerekir.

Sağlıklı yaşam sunan her türlü turizm, sağlık turizmi kabul etmek gerekmekle birlikte sağlık turizmi 3 ana başlıkta değerlendirilmektedir.
Bunlar;

1.Tıp Turizmi,

2.Termal Turizmi,

3.Yaşlı ve Engelli Turizmidir.
Sağlık turizminin birçok sebebi vardır. Yapılan araştırmaların sonucu olarak bunları kısaca incelemek gerekirse ülkelerin yüksek teknolojileri içeren sağlık hizmetinin yokluğu veya azlığı, daha kaliteli sağlık hizmeti alınması,tedaviyle birlikte tatil yapma arzusu, sağlık hizmetlerinin kendi ülkelerinde pahalı olması, kendi ülkesinde herhangi bir sebepten dolayı ameliyatının bilinmesini istenmemesi, Ülkesinde iklim ve coğrafi olarak tatil için kısıtlı imkan olduğu durumlarda yapılan turizm hareketliliği, çoğunlukla termal tesisin ve termal Turizm imkanlarının çok olduğu bir ülkede tatil yapma talebi, Kronik hastaların, yaşlıların ve engellilerin başka ortamlara gitme ve tedavi olma isteklerinin oluşması, Uyuşturucu ve farklı bağımlılıkları olan kişilerin farklı veya daha uygun ortamlarda olma istekleri, Kişinin hayata tutunma ve yaşam isteği. Sağlık turizmini kısaca özetlemek gerekirse insanların daha iyi imkanlar da sağlık hizmetleri almak için yaptıkları seyahatler diyebiliriz. Bununla birlikte sağlık turizmi dünya da ve ülkemizde oldukça hızlı gelişmekte ve önem kazanmaktadır.

Türkiye’de daha önceleri yalnızca özel hastanelerde yoğun olarak hizmet verilen sektör olan sağlık turizmi, günümüzde kamu hastaneleri ve üniversitelerde alt yapı güçlendirilmesi ile daha yaygın hale getirilmektedir.

2019 yılında sağlık turizmi ve turistiğin sağlığı kapsamında ülkemizde 701.046 hasta sağlık hizmeti almıştır.

2020 yılında yaşanan küresel salgın sebebiyle sağlık turisti sayısında gözle görülür bir azalma meydana gelmiştir.

2021 yılında 670.730 kişi sağlık hizmeti almış,

2022 yılında toplam 1.258.382 kişi sağlık hizmeti almıştır.

2023’ün ilk  iki çeyreğinde toplam 746.290 kişi sağlık hizmeti almak için ülkemize gelmiştir.

Uluslararası hastaların en çok tercih ettiği klinik branşlar sırasıyla; Plastik Cerrahi, Çene Cerrahisi, Kadın hastalıkları, iç hastalıkları, göz hastalıkları, tıbbi biyokimya, genel cerrahi, diş hekimliği, ortopedi ve travmatoloji, enfeksiyon hastalıkları ve kulak-burun-boğaz, şeklindedir.

Ülkemizde son 20 yılda yapılan özel ve kamu hastaneleri teknolojik donanım ve fiziki şartlarıyla batı ülkelerini aratmayacak bir yapıdadır. Ayrıca termal turizm olarak kaynak açısından dünyada yedinci, Avrupa da birinci sıradayız. Bu alanda çok donanımlı ve köklü termal oteller hızla yapılmaya başlanmıştır. Hastanelerimizdeki batı standartlarındaki sağlık hizmetlerini ve termallerini kendi insanımıza sunduğumuz gibi çevremizde yaşayan tüm insanlara sunuyoruz.

Ülkemize de yapılan sağlık turizmi yapılan araştırmaların sonucu olarak ülke sıralaması su şekildedir Almanya, Hollanda, Fransa, Türk Cumhuriyetleri, Avusturya ve Orta Doğu Ülkeleridir. %70’i bu ülkelerden gelmektedir. Yapılan araştırmalar sonucu gelen bu hasta sayılarının %92 gibi büyük bir bölümü özel hastaneleri tercih etmektedir. Yine yapılan araştırmalar sonucu olarak Göz, Diş, Ortopedi, Kardiyoloji, Onkoloji, Plastik Cerrahi ve Beyin Cerrahisidir ve %80’i bu branşlara gelmiştir.

Son yıllarda özel sağlık hizmetleri de hızla gelişmeye başlamıştır. Türkiye; modern hastaneleri, yetişmiş insan gücü, alanında uzman doktorları, teknolojik altyapı ve tecrübe birikimi ile Avrupa standartlarında hizmet vermektedir. Türkiye’deki birçok özel hastanenin hizmet kalitesi dünyaca ünlü akreditasyon kuruluşlarınca onaylanmıştır. Bu bağlamda Türkiye, dünyada ikinci sıradadır. (Türkiye de akredite olmuş 42 onaylı sağlık kuruluşumuz vardır.)

Türkiye coğrafi konumu, sahip olduğu sağlık kuruluşları, sektördeki yetişmiş ve eğitimli insan gücü, kaplıcaları ve doğal güzellikleri ile Sağlık Turizmi açısından bir çekim merkezidir. Hem tarihi ve kültürel zenginliği, hem de sağlık alanındaki gelişmişlik seviyesi ile Türkiye, dünyanın on gözde ülkesinin içinde yer almaktadır.

Türkiye, ileri teknoloji kullanan ve fiyat avantajı sunan sağlık tesisleri ile Sağlık Turizminin parlayan yıldızıdır. 2008 yılından 2023  yılına kadar ülkemizi sağlık turizmi için ziyaret eden hastaların sayısı her yıl sayısını ikiye katlayarak hızlı bir yükseliş içindedir.

Bu doğrultuda Ülkemizi için sağlık turizmini önemli kılan muhtemel bazı hususlar şunlardır:

  • Sağlık Turizmi ülkemiz için  Yeni istihdam alanları ve niteliğini belirler.
  • Ülkemizin Ekonomik açıdan katma değerini yüksektir,
  • Ülkemizi Uluslararası arenada güçlü ülke imajı ve prestijinin artmasını  sağlar.
  • Ülkemizin Önemli bir  tanıtım ve reklam aracıdır.
  • Ülkemizi Olumlu yönde sosyokültürel etkileşim sağlayabilir,
  • Ülkemizdeki Turizmin dört mevsim, tüm yıla yayılmasını sağlar
  • Ülke Turizminin yapısını, boyutunu ve ticaret hacmini genişletir,
  • Ülkemizin Uluslararası iletişimi güçlendirir ve dostluklar kurmasına yardımcı olur.

Ülkemizde sağlık turizminin yükselişi için kuşkusuz ki Özel sağlık kurumlarının önemi oldukça büyüktür.

Bu alanda Ortadoğu Sağlık Grubu olarak üzerimize düşeni yapmaya çalışmakta, Ankara’da ve İstanbul da bulunan sağlık kurumlarımızla hizmet vermekteyiz. Ankara’da  iki özel hastanemiz, tıp merkezimiz güzellik salonlarımız ve Ankara ve İstanbul’da bulunan Türklab laboratuarımızla akredite olarak, ulusal ve uluslar arası düzeyde, ülkemizdeki hastalarımıza ve sağlık turizmi açısından gelen hastalarımız için 42 yıllık deneyimimiz ile tam donanımlı uluslararası sağlık hizmeti vermekteyiz.

Yenimahalle de bulunan hastanemiz 15000 metre kare alan üzerine 15 katlı, 140 maksimum yatak kapasitesinin %80’ini kullanmakta olup, 5 ameliyathanesi, 40’tan fazla polikliniği, 2 doğum salonu, 8 yenidoğan yoğun bakım ünitesi, 25 yoğun bakım ünitesi, tümü özel ve suit odalardan oluşmakta olan hasta odaları ve 400’den fazla çalışanıyla faaliyettedir.

Günlük yaklaşık 1500 hastaya hizmet verme kapasitesi bulunan hastanemiz ortalama olarak 1000 hastaya hizmet vererek kapasitesinin %80’ini aktif olarak kullanmaktadır. Hastanemizde aylık 500 den fazla ameliyat gerçekleşmektedir.

Hastanelerimiz, sektörün de iyi yetişmiş ve eğitimli insan gücüne sahiptir. Yabancı dil bilen doktor ve sağlık çalışanlarıyla iletişim konusunda sorun yaşanmamaktadır. Sağlık turisti, kafasında oluşan her türlü soruya kolaylıkla cevap alabilir. Ayrıca ameliyat öncesi ve sonrasında gerek doktorlar gerekse hemşireler tedavi olan sağlık turistini yeterli düzeyde bilgilendirerek moral olarak iyi olmasını sağlamaktadırlar.

Sağlık turizmi açısından hastalarımızın tedavilerinin başlangıcından ülkelerine dönene kadar olan sürecinde güvenleri konforları ve hizmet kaliteleri açısından özel olarak ilgilenmekte ve tedavilerini tamamlamaktayız.

Yine Ankara İncek hastanemiz Türkiye’de bir ilk olan tam teşekkürlü fizik tedavi ve Rehabilitasyon hastanesidir. Hastanemiz 7500 metre kare yeşil alan üzerine kurulmuş, 182 yatak kapasiteli bir hastanedir. Hastanemiz bütüncül tedaviyi ilke edinmiş Rehabilitasyon hastalarını fizik tedavinin yanı sıra nöroloji, psikiyatri, kardiyoloji, dahiliye, cildiye, radyoloji ve laboratuar desteklerini de ekleyerek tedaviyi tam kapsamlı olarak ele almıştır.

Hastanemiz ileri derecede teknoloji donanımına sahip cihazlarımızla ve bunun yanı sıra, konusunda en iyi doktorlarımız, fizyoterapistlerimiz ve yardımcı sağlık personelleri ile hastalarımızın tedavilerini güçlendirmeyi ilke edinmiştir.

Çok uzun süreli tedavi gerektiren rehabilitasyon hastaları ve hasta yakınları için bu süreç maddi ve manevi zor bir dönemdir. Biz bu süreci tam anlamıyla bütüncül bir tedavi olarak görmekte ve hastalarımızın bu zorlu sürecini kolaylaştırmak için elimizden geleni yapmaktayız.

Hastanemizde; Rehabilitasyonlu havuz tedavisi(hidroterapi), hasta ve hasta yakınları için  art terapi, sosyal faaliyetler, el-göz koordinasyonu, hasta ve hasta yakınları için   ebru sanatı, seramik çalışması, müzik dinletisi ve birçok sanatsal faaliyetler ile ruh sağlığını ve beden sağlığını koruma ve geliştirmeyi amaç edinmiştir.

Konuşma terapisi, yutma terapisi, denge problemlerini oyun oynayarak ortadan kaldırmak adına sanal oda, iş kazaları ve el-kol rehabilitasyonu için ergoterapi odası,

300 metre kare üzerinde rehabilitasyon salonlarımızla hizmet vermekte ve hastalarımız için tüm bu tedaviyi paket olarak vermekteyiz.

Hastanemizi Ortadoğu sağlık gurubuna eklediğimizden itibaren tedavi sürecimizde bir çok başarı hikayemiz olmuştur. Sadece göz teması olan ve solunum cihazına bağlı gelen bir çok kronik rahatsızlığı olan ve  yatak yaraları ciddi boyutlarda ilerlemiş hastalarımızı, 1- 2 yıllık tedavi sürecinden sonra  baston ile yürüyerek uğurlamanın haklı gururunu yaşıyor bunları sizinle paylaşmaktan onur duyuyoruz.

Başta ülkemiz ve tüm dünyada genel sorun gibi görünen, insani duygularımızın esaretin de  kaldığımız ama inkarda edemediğimiz, yatağa bağımlı hasta sorunu, yaşlı sorunu, rehabilitasyon hasta çokluğu sorunu artmaktadır. Biz bu sorunu yaşlı bakım evleri düşüncesiyle değil bedensel sağlık ve psikolojik sağlık olarak, işin uzmanları ile ele alıp hastalarımız için tedavi programları oluşturmanın onurunu yaşıyoruz.

Genel sorun olarak görünen bu konular tam bir sağlık sorunudur bunun bilincinde olmak ve hizmet vermekten onurluyuz..

42 yıldır önce insan ve sağlık diyerek hastalarımızın tercih ve değerlerine saygı duyarak hizmetimize bilimsel ve etik kurallara uygun olarak devam edeceğiz.

Ortadoğu Sağlık Grubu olarak, kaliteli ve ekonomik sağlık hizmetleriyle öncelikli olarak komşu ülkeler olmak üzere tüm diğer ülke vatandaşlarına sağlık turizmi kapsamında hizmet vermeye hazırız. İnanıyoruz ki; pek yakında, Sağlık turizmi konusunda dünyada bir numara olacağız.

Saygılarımla…

Dr. Eyüp ÖZEREN

Eski Vali Konağı’nda Dede Korkut’tan Pir Sultan Abdal’a, Karacaoğlan ‘dan Neşet Ertaş’a kadar söz ustalarının yaşamları, eserleri,

Geçmişten günümüze kullanılan müzik aletleri sergileniyor.

Bozkır’ın Tezenesi’nin sözleri, “ Hep yolcuyuz böyle gelir gideriz, dünya senin vatanın mı yurdun mu?’’

Kültür Evi’nde büyük ozan Neşet Ertaş’ın heykeli her ziyaretçiye “ Hoş geldin “ diyor.

Kırşehir, dayanışmanın ve bilgeliğin şehri.

Anadolu fikriyatına yön vermiş pek çok şair, düşünür ve mutasavvıfın yetiştiği yer.

Cacabey Gökbilim Medresesi, UNESCO Dünya Mirasındaki mekan.

Kırşehir’in Terme, Karakurt, Bulamaçlı, Mahmutlu kaplıcaları var.

Ahi Evran, Aşık Paşa, Hacı Bektaş Veli, Şeyh Edebali, Yunus Emre.. Bu yörede yaşamışlardır.

Milli Mücadele Durağı; Erzurum ve Sivas kongrelerinden sonra Mustafa Kemal Paşa 21-22 Aralık 1919 da Mucur’da, 23-24 Aralık 1919 da Kırşehir’de konaklamış, büyük bir coşkuyla karşılanmış, destek almıştır.

Müzikle tedavinin Türkiye’de ve dünyada binlerce yıllık bir geçmişi vardır.

Müzikle tedavi alanında özellikle Avrupa, Amerika lisans ve yüksek lisans düzeyinde müzikle tedavi eğitimi verilip dernekler kurularak bilimsel konferans ve kongreler düzenlenmektedir.

Norveç’te müzikle tedavi programı Norveç Müzik Akademisinde yüksek lisans programı olarak sunulmaktadır. Bu programdan mezun müzik terapistleri engelli çocuklarla, tutuklularla, huzur evindeki yaşlılarla ya da psikiyatrik hastalar ile çalışabilmektedirler.

Türkiye’de Tıp Fakültelerinde, özel hastanelerde ve özel merkezlerde birçok bölümde Türk müziği ile tedavi çalışmaları başlamıştır.

2007 yılında Ege Üniversitesi Hastanesi Onkoloji Bölümünde kanser hastaları üzerinde müziğin kemoterapisinin yan etkileri ve hastaların kaygı düzeylerine etkileri araştırılmıştır. Hastaların %76‘sı bu tedavi sürecinin yararlı olduğunu belirterek müziğin kendilerini dinlendirdiğini, huzur verdiğini, mutlu ettiğini, dikkatlerini hastalıktan ve ortamdan uzaklaştırdığını söylemişlerdir.

Yapılan çalışmalarda müzikle tedavi uygulamaları; iklim değişiminin yol açtığı rahatsızlıklarda etkili ve faydalı olmuştur.

Müzikle tedavi; ruh sağlığı, psikolojik travmalar, kişilik bozukluklarında etkili ve faydalı olmuştur.

Müzikle tedavi; engellilerin yaşam kalitesini artırma, yaşlıların toplumla bağlarının kopmaması, ağrının etkisini azaltması gibi konularda etkili ve faydalı olmuştur.

Müzikle Tedavi; suçluların topluma kazandırılması gibi konularda etkili ve faydalı olmuştur.

Müziğin bilinçli bir tedavi yöntemi olarak kullanılabilmesi için bilimsel çalışmalar yapılmalıdır.

Resim, renklerin birleşmesinden; şiir, kelimelerin birleşmesinden nasıl oluşmuşsa; müzik de seslerin, duygu, düşünce ve heyecanımızı anlatmak üzere belli bir estetik anlayışına göre seçilip işlenmesinden oluşmaktadır.

Müzik hem bir sanat hem bir bilimdir, duygusal olarak algılanışının yanı sıra akıl ile de kavranabilir.

Müzik; insanın doğaya eklediği uyumlu seslerdir.

Müzik; bir takım duygu ve düşünceleri belli kurallar çerçevesinde uyumlu seslerle anlatma sanatıdır.

Bütün müzik türleri için ana öğeler ritim, tonalite, dinamik ve ses rengi olarak belirtilir.

Müzik; duygu, düşünce ve imgeleri tek sesli ya da çok sesli olarak anlatma sanatıdır.

Müzik; bir biçimde düzenlenmiş seslerden oluşan yapıtların çalışması ya da söylenmesidir.

Eski çağlardan başlayarak müziğin, güç kazanma; hastalığa, ölüme, doğuma, evlenmeye, savaşa, eşlik etme, başarıyı ve kazancı sağlama amacının da gösterdiği gibi insanoğlu müzikle korunmaya inanmıştır.

Din, felsefe, matematik, astronomi, folklor konusundaki eski bilgi kitapları, müziğe önemli yer ayırmışlardır.

Pek çok ulus, şarkıları kulaktan kulağa, babadan oğula, ustadan çırağa aktararak saklamıştır. Müzik, yüzyılların ötesinden, zamanın ve yaşayışının süzgecinden geçerek gelir. Bu bakımdan müziğin, zaman içinde gereksemelere uygun olarak değişmesi doğaldır.

Hayatında hiç müzeye gitmeyen, hiç tiyatro seyretmeyen, kitap okumayan, heykel ya da ciddi bir mimari eseri görmeyen insanlar vardır ama hiç müzik dinlemeyen insan yoktur.

Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisi başka bir ifade ile piramidi var. Piramidin tabanından yukarıya doğru sıralarsak:

Fizyolojik ihtiyaçlar

Güvenlik ihtiyaçları

Sosyal ihtiyaçlar

Saygınlık ihtiyaçları

Kişisel doyum ihtiyaçları İnsanlar, bu sıralamaya göre bir alttaki ihtiyacını karşılamadan üstteki ihtiyacına odaklanamaz. Sırayla olur ancak. Maslow’a kesinlikle katılıyorum.  Ve ben tüm insanların saygı duyulmaya ihtiyacı ve hakkı olduğuna inanıyorum.

Dertleşerek iyileşeceğiz.

Birbirimiz için var ve hazır olduğumuzu hissettirmeliyiz.

Milli bir matem içerisindeyiz.

Her birimiz öteki için tutunacak dal olmalıyız.

Beni aşan, gücümü geçen olaylara travma diyoruz.

Travma endişe ve korkuyu tetikler.

Travması olan insanlara, parmak uçlarınızdan yürüyerek yaklaşın.

Mutlaka güvenlik ortamını sağlayın.

Sükûnet ile konuşun.

Afet sonunda intiharlar artmaktadır.

Alkol, madde kullanımları artmaktadır.

Hayatı, rutinleri yoluna koymak lazım.

Temel ihtiyaçlar karşılanmalı.

Yas dalgalar halinde gelir.

İnsanlara ümit aşılamalıyız.

İnancı insanlar için bir şefkat, merhamet olarak takdim edelim.

Merhamet içermeyen, hemhal içermeyen söylemlerden kaçınalım.

Acıya gömülüp kalmayalım.

85 milyon kötürüm kalmayalım.

Üniversitelerimiz kapanmasın.

Kendimizi eylem sahibi yapmak zorundayız. Yeni bir şuurla, ahlakla şehirlerimizi      yapmak zorundayız.

Hasımlarımızla ortak düzlemler aramalıyız.

Buhran zamanları, kriz zamanları hayatı yeni bir bakışla görebileceğimiz zamanlardır.

Bu zamanlar bir fırsat sunan zamanlardır.

Yasımızı tutacağız ama sonsuza kadar değil.

(Deprem konuşmasından derlenmiş özettir.)

Prof. Dr. Kemal Sayar

Psikiyatrist

Depremde en çok etkilenen afetzede kadınlarımız ve çocuklarımızdır. Kişisel ihtiyaçlarında, güvenliklerinde, doğal süreçleri sorunsuz yaşamalıdırlar.

Ayni ya da nakti yardım aksatmadan sürdürülmelidir.

Gönüllüler çoğalmalıdır.

İlaç, dezenfeksiyon malzemeleri, güncel tıbbi ürünler bağış yapılmalıdır.

Çöp sorununa dikkat çekilmeli, bulaşıcı hastalıklara karşı tedbir alınmalıdır.

Yardımlar çeşitlendirilmelidir.

Psikolojik destek şart.

Fikir liderleri olan insanlarımız sahaya.

Depremzedelere bilimsel temelli ve motive edici programlar yapılmalı.

Biz bunu da aşarız çünkü bu memleket bizim. “ Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine, bu hasret bizim. Nazım Hikmet “

 

 

Gece yatarken telefon yakınınızda uyumayı alışkanlık edinin (Şarj dolu olsun).

Depreme gece yakalandıysanız yatak odası veya çocuk odasından ayrılmayın. Çünkü arama kurtarma çalışmaları öncelikli olarak bu odalardan başlatılıyor.

Eski tip birbirine geçmeli yatağınız varsa biran önce ondan kurtulun. Yüksek ve sağlam bazalardan alın. Baza altını mümkün olduğunca dolu tutun (Kıyafet, battaniye, yorgan gibi. Çünkü sağ ulaştıklarımızın çoğu baza yanlarında uzanan insanlardı.

Sakın ayakta, kiriş altlarında, merdiven boşluklarında ve koridorda durmayın (Ölüm vakaları daha çok buralardaydı).

Mutlaka çök-kapan pozisyonunu yapın. Ama bunu boş yerlerde degil özellikle bazaların yanında yapın.

Kapandığınız esnada yatak üzerinden battaniye-yorgan ve yastık alıp kendinizi koruyun. Kış aylarında atletle kesinlikle yatmayın. Yara almayan ama soğuktan ölenlere denk geldik.

Baza kenarlarında 1 şişe su bulundurmayı adet edinin. Çok şey kaybetmezsiniz.

Kol saati kullanınki enkaz altında gece yarısı sesinizi boşa tüketmeyin. Sizi duyan çok kişi olmayacak. Çünkü gece karanlık ve soğuktan çalışmalar yavaşlıyor.

Sakin kalıp elbet birisinin sizin için geleceğini unutmayın.

Sarsıntı tamamen bitmeden bulunduğunuz yerden ayrılmayın. Merdiven boşluklarından çok can kaybı çıktı. Varsa imkanınız yüksek katlı son tercihiniz olsun. En üst kattayım diye kendinizi çokta güvende hissetmeyin (Vefat eden yakınlarımız en üst katlarda oturuyorlardı). Bu saatten sonra depremle yaşamayı ve birgün yine yüzleşeceğinizi unutmayın. Her zaman hazırlıklı olun.

Dr. Özlem GÜLER AYDIN

Psikolog

 

(Kahramanmaraş merkezli 10 ilde yaşanan felaket üzerinden değerlendirmede bulunuyor.)

Allah, Dünyada kendine benzer (Esmau’l-Hüsna) özgür iradeli bir varlık olan insanı yaratıp onu ahlaki bağlamda denenmeye tabi tutarak (din) riske girmiştir. “Risk” kavramı, bu bağlamda insandan beklentisinin hasıl olup olmayacağı anlamındadır(80/23). Zira Allah, insanı, O’nun beklentisi (iman-salih amel/cennet) doğrultusunda zorlamamıştır. Denenme olgusu (Bela-Fitne), doğal kötülüklerin (şerr-musibet) ve doğal iyiliklerin (rızık, nimet, lütuf, ikram) olduğu riskli bir ortamda gerçekleşmektedir (2/155, 21/35). “Biz insanı acı, sıkıntı, zorluk, gerilim (kebed) ortamında yarattık” (90/4). İnsanın kendisi de iyilik ve kötülük (hayır-şerr) kabiliyetleri ile yaratılmıştır (91/7-10) ve herkes, -hem Dünyada, hem de Ahirette- yaptıklarının rehinidir(52/21,74/38). Allah, kendini ve insanı riske açmıştır/atmıştır. Riske giremeyen, “Tanrı” olamaz; oyun oynar. Allah, İnsanı yaratmakla, oyun(abes) oynamadığını vurgulamıştır(23/115). Tanrı’ya “kötülük” –yapmayı değil-; yaratmayı (Teodise) layık görmeyen çocuksu teolojiler (Örneğin: Hıristiyanlık-Yahudilik), “Denenme” olgusunun ciddiyetini doğru kavrayamadıkları için, insanların dinden çıkmasına sebep olmuşlardır: 1755 Lizbon Depreminden (doğal kötülük) sonra Hıristiyanlıktan; Hitlerin yaptığı Holokosttan(insani kötülük) sonra da Yahudilikten irtidatların arkasında yatan budur.

Doğadaki nesnelerin/şeylerin birbirinden farklı olarak tasarımlanmaları ve nedensellikle tekrar eden doğa olayları, Kur’an’da “Kader-Takdir” kavramları ile nitelenir(25/2, 13/8, 36/39, 87/3…). Bunlardan bir kısmının insan cinsi ile irtibatından ölüm, zarar, acı, ıstırap, sıkıntı doğurmasından dolayı; insanlar tarafından, “Felaket” veya “Afet” olarak isimlendirilmiştir: Deprem, yanardağ patlamaları, virüslerin sebep olduğu hastalıklar (pandemiler), kasırgalar, kıtlık-kuraklık, sel-heyelan, çığ, orman yangınları vs. Bunlar, aslında doğanın kendini sürdürmesinin ontolojik unsurlarıdır. İnsanların kendi özgür iradeleri ile doğurdukları savaşlar ve zulümler de, “kötülük (şerr)” örnekleridir.

Bunlar, “denenme” ortamının potansiyel risk unsurlarıdır. “Deneme/Din”, bu kötülükleri azaltma çabası; yani yeryüzünü “imar” etmek ve insan cinsini “ıslah” etmektir. Bu süreçte karşı karşıya kalınan zorluklara direnmek(sabır)tir (2/155). Allah, herhangi bir kötülük potansiyelini, herhangi bir insan topluluğuna “denenme” olsun diye manipüle etmez, özel olarak yönlendirmez. Kötülükler, doğadan veya insan iradesinden doğar. Peygamber gönderilen toplumların, onlara karşı ortaya koydukları kötü tavırlar sonucu gerçekleşen “Helâk”lar, “Olağanüstü Hal” kanununa göre gerçekleşmeleri, bunun dışındadır (5/111-115).

Normal durumlarda insanların karşı karşıya kaldıkları kötülükler (Musibet), insanların kendi ihmalleri (yapmadıkları) veya iktisapları(yaptıkları)ndan dolayıdır (30/41, 39/51, 42/30, 44/38…). Bir doğa olayının, insanlar için “felaket” veya “afet” durumuna (musibet) dönüşmesinin sebepleri, insanların cehaletleri/ihmalleri, zafiyetleri veya ihanetleridir. Bunların doğurduğu sonuçları, “Kader” kavramı ile Allah’ın üzerine atmak, iftiradır ve zulümdür. Kur’an’ın “Kader” kavramı (kuş uçar, taş düşer, fay kırılır…) ile Sünniliğin “Kader” kavramı arasındaki fark budur.

Allah ile insan arasındaki ahlaki ilişki Kur’an’da “Sünnetullah (33/62, 35/43)” kavramı ile ifade edilir; “Kader” kavramı ile değil. Bu ilişkinin işletilmesi de, insanın özgür iradesine bağlanmıştır: “Bir toplum, kendi durumunu değiştirmedikçe; Allah, onların durumunu değiştirmez.” (13/11) veya “Kör, Allah’a nasıl bakarsa; Allah da köre öyle bakar.” Yani küllî irade, cüzî iradeye bağlıdır.

Deprem konusunda “Fetva” mercii Jeologlar ve Deprem bilimcilerdir; ilahiyatçılar değil. Örneğin, deprem bilim profesörü Naci Görür’ün: “AFAD’ın “Afet Bakanlığı”na çevrilmesi gerekir” önerisi, doğrudur. Turizm geliştirmek için “Bakanlık” kurmaktan bin kat daha elzemdir.

Cumhurbaşkanının, son depremden sonra bölgede halkla konuşurken sarf ettiği: “Olanlar oldu; bunlar, hep kader planının içinde olan şeyler” cümlesi, Sünnîliğin geliştirdiği “Kader (Cebir)”in ifadesi olarak, Kur’an açısından külliyen yanlıştır. Fay hattının kırılmasının doğurduğu “felaket” sonucu için: “Allah’tan geldi” yargısı doğru değildir. Fayın kırılma “kanunu”, Allah’ın Kaza ve Kaderidir. Bunun “Felaket” veya “Afet” e dönüşmesinin sebepleri cehalet, ihmal, zaafiyet ve ihanettir. Failleri müşterek ve müteselsildir. Anadolu kıtasındaki fay hatlarının kırılma tarihleri ve periyotları geriye doğru (Bizans-Osmanlı) bilindiği halde; fay hatları üzerine yerleşke (şehir-kasaba-köy) kurmak cehaletin, ihmalin, zayıflığın (“Bir şey olmaz”) sonucudur. Felakete sebebiyet veren failler mülk sahipleri (meskûn), bina yapanlar (müteahhit-mühendis) ve bunları denetleme sorumluluğunu üstlenen yerel yönetimler (Belediyeler) ve siyasal iktidarlardır. Depremi, Allah’ın “birilerine” ve bir “yere” kasdî olarak yönlendirilmiş eylemi anlamında “Kader” olarak öğreten Sünni alimlerdir. Yerleşkeleri, tarihte olduğu gibi, dağ eteklerine yapma imkânı olduğu veya depreme dayanıklı binalar yapma teknik imkânı olduğu halde; bunu yapmayan veya denetlemeyen herkestir. Tarım arazilerini/ovaları şehir, kasaba ve köye (emlak-arsa) dönüştürenlerdir. Felaketlerdeki ölümleri “Ecel-Kader” kavramı ile Allah’a bağlayan din alimleri-din adamları ve bu sakim yorumun işine geldiği siyasilerdir. İnsanın, kendi ihmali veya ihanetinin ortaya çıkardığı yıkım ve ölüm sonucunu, “Kader” veya “Ecel” kavramları ile Allah’ın üzerine atması, dindarlık görünümü altında ahlaksızlıktır.

Uzun süre sonra yıkıntılar altından canlı çıkarmak, yaşama tutunan ve onu kurtarmak için dişini tırnağına takan kahramanların mucizesidir. Kendisi mucize olan insanın ortaya koyduğu “mucize”dir.

Bir deprem ülkesi olan Türkiye’de “ümran” faaliyeti, bugün yol-köprü, tünel yapmaktan önce, “Kentsel Dönüşüm” ve “Bina Denetimi”dir. Birinciler olmadığında,en çok zahmet çekeriz; ikinci olmadığında, kitlesel olarak ölüyoruz. Deprem coğrafyasında, fay hatlarını ve kırılma periyotlarını beyin korteksine kazımaksızın; yüz yıllar boyunca yığma taştan evler, betonarme çok katlı tabut/mezar binalar yapmak, akla ziyan bir tutumdur. 1939 Erzincan depreminden sonra, şehrin aynı mekânda yeniden yapılması, bunun bir örneğidir.

“Makasidu’ş-Şeria”ya göre yol, köprü, tünel yapmak “Tahsiniyyat (olmasa da, olur)”; kentsel dönüşüm ve bina denetimi, “Zaruriyyattır (olmazsa, olmaz)”. Gözle görünmeyen bir mefsedeti/riski bertaraf etmek/defetmek; gözle görülür bir menfaati celp etmekten/temin etmekten daha evladır.(Def-i mefasit, celb-i menafiden evladır.” Mecelle).

Deprem sonrasında halkımızın, İslam dünyasının ve insanlığın bölge halkına karşı gösterdiği dayanışma, İslami anlamda “Ruh”un (merhamet, paylaşma, dayanışma) henüz ölmediğinin bir kanıtıdır. Ancak, ruhun diğer parça olan kafa/akıl, mantık, tedbir (Japonya), bu coğrafyada olabildiğince zayıftır. Bir “akıl tutulması” mevcuttur.

Enkaz altından günlerce sonra kurtarılan 70-80 yaşlarında bir teyzenin, dışarı çıkmadan önce, -masum ve muhterem bir şekilde- bir “başörtüsü” talebinde bulunması, bu topraklarda “dindarlık” vurgusunun, ağırlıklı olarak nelere yapıldığı -ve nelere de yapılmadığının- manidar bir göstergesidir. Saçın görülmesinin günahı, imar affının günahından büyük olarak gösterildi. Oysa, “İmar Affı” kavramı, tek başına hem halkımızın, hem de onların yerel ve siyasal temsilcilerinin ahlaki-hukuki-dinsel karakterini ele veren “affedilmez” büyük bir günahıdır.

“Nush/nasihat ile uslanmayanı, etmeli tekdir; tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir.” Heyhat! Deprem “köteği” ile dahi uslanmıyoruz. “Bu, neden sürekli benim başıma geliyor?” diyorsan; bir şaman, bir “Ayet” gücünde şöyle der: “Ders, sen öğrenene kadar devam eder.” Ancak, “Her musibet, bir nasihattir; ne musibet biter, ne de nasihat.” sözü, -maalesef- bu topraklarda söylenmiş ve bu toprakların ruhunu/karakterini ele veren en doğru sözdür. Bu deprem, bir kısmının kendini “Dindar”; bir kısmının da kendini “Çağdaş” olarak tanımlayan bir toplumun şehircilik, inşaat, mimarlık, mühendislik alanlarında ahlaktan-medenilikten yoksun olduğunu bir kez daha yüzüne vurarak el-aleme rezil etmiştir. Hasılı, toplum olarak “iş, ‘bildiğimiz’ gibi değil”; daha doğrusu, yaptıklarımız, “mış gibi”.

Prof. Dr. İlhami GÜLER

Kelam Hocası

YAS SÜRECİNDEKİ BİREYLERİN PEK DUYMAK İSTEMEDİKLERİ SÖZLER

*Bir süre sonra (kendini) daha iyi hissedeceksin.

*Ne hissettiğini biliyorum/anlıyorum.

*Ağlama artık.

*Ailen için güçlü olmalısın / kalmalısın.

*Her şeyin bir nedeni var.

*O çok iyi bir insandı. Allah, onu yanına almak istedi.

*Zamana bırak, zaman her şeyin ilacıdır.

*Çocuklarını düşün, bırakma kendini.

*Sen de hastasın, ağlama bir şey olacak.

*Kendini meşgul et, düşünme bu kadar artık.

*Daha kötüsü olabilirdi.

*Ölenle ölünmüyor.

*Hayat devam ediyor.

*Senden daha beterlerini düşün.

*Gençsin toparlarsın.

*Sakin ol.

YAS SÜRECİNDEKİ BİREYLERİN DUYMAK İSTEDİKLERİ SÖZLER

*Kaybınız için gerçekten çok üzgünüm.

*Umarım doğru cümleler kurabilirim, sizin için burada olduğumuzu bilmenizi isterim.

*Yaşamayan anlayamaz, çok haklısınız, yanınızda durabilir, sizi dinleyebilirim. Anlatmak ister misiniz?

*Şu an neler hissettiğini hayal bile edemiyorum (SESSİZ KAL).

*Şu an neler hissettiğini hayal bile edemiyorum, ben de __ kaybettiğimde __ hissetmiştim. (DİNLE)

*Senin için buradayım. (Bir şeye ihtiyaçları olup olmadığını sorun, ya da onlar için ne yapabileceğinizi sorun, ya da ortamda somut bir şey varsa “Senin için su vb. bulmamı ister misin ?’ diye sorun.

*Neler olduğunu anlatmak ister misin?

Ölen (kardeşinizle, oğlunuz ile ilgili) kişi ile olan güzel bir anınızı anlatmak ister misiniz* Ne kadar iyi bir insanmış meğer  ne güzel şeyler yaşamışsınız.

*Duyguları paylaşmak içinde tutmamak çok iyi gelir, bana anlatamazsan bile sevdiğin,  güvendiğin arkadaşına, akrabana anlat olur mu?

*Bazen hiçbir şey söylemeden yanında oturun. İzin veriyorsa elini tutun, omzuna dokunun.

DEPREM SURESİ (ZİLZAL)

Bismillahirrahmanirrahim

 

 

-Yer, şiddetli sarsıntısıyla sarsıldığında,

-Yer, ağırlıklarını çıkarttığında,

-İnsan “Buna yere ne oluyor?” dediğinde,

-İşte o gün yer, haberlerini söyler.

-Çünkü Rabbin ona vahyetmiş bildirmiş olacaktır.

-O gün, yaptığı işleri kendilerine gösterilsin diye insanlar grup grup çıkarlar.

-Kim zerre kadar iyilik yaparsa onu görür.

-Kim de zerre kadar kötülük yaparsa onu görür.

 

KUR’AN: Zilzal Suresi

DEPREMDE ALINMASI GEREKEN ÖNLEMLER

Gece yatarken telefon yakınınızda uyumayı alışkanlık edinin (Şarj dolu olsun).

Depreme gece yakalandıysanız yatak odası veya çocuk odasından ayrılmayın. Çünkü arama kurtarma çalışmaları öncelikli olarak bu odalardan başlatılıyor.

Eski tip birbirine geçmeli yatağınız varsa biran önce ondan kurtulun. Yüksek ve sağlam bazalardan alın. Baza altını mümkün olduğunca dolu tutun (Kıyafet, battaniye, yorgan gibi. Çünkü sağ ulaştıklarımızın çoğu baza yanlarında uzanan insanlardı.

Sakın ayakta, kiriş altlarında, merdiven boşluklarında ve koridorda durmayın (Ölüm vakaları daha çok buralardaydı).

Mutlaka çök-kapan pozisyonunu yapın. Ama bunu boş yerlerde degil özellikle bazaların yanında yapın.

Kapandığınız esnada yatak üzerinden battaniye-yorgan ve yastık alıp kendinizi koruyun. Kış aylarında atletle kesinlikle yatmayın. Yara almayan ama soğuktan ölenlere denk geldik.

Baza kenarlarında 1 şişe su bulundurmayı adet edinin. Çok şey kaybetmezsiniz.

Kol saati kullanınki enkaz altında gece yarısı sesinizi boşa tüketmeyin. Sizi duyan çok kişi olmayacak. Çünkü gece karanlık ve soğuktan çalışmalar yavaşlıyor.

Sakin kalıp elbet birisinin sizin için geleceğini unutmayın.

Sarsıntı tamamen bitmeden bulunduğunuz yerden ayrılmayın. Merdiven boşluklarından çok can kaybı çıktı. Varsa imkanınız yüksek katlı son tercihiniz olsun. En üst kattayım diye kendinizi çokta güvende hissetmeyin (Vefat eden yakınlarımız en üst katlarda oturuyorlardı). Bu saatten sonra depremle yaşamayı ve birgün yine yüzleşeceğinizi unutmayın. Her zaman hazırlıklı olun.

Dr. Özlem GÜLER AYDIN

Psikolog

NASIL BİR DEPREM YAŞADIK

Şimdi size kısaca herkesin anlayabileceği sadelikte dünkü 2 depremin aslında kaydedilen 7.7/7.6 değil, şiddet/enerji boşalımı parametresine göre 11 şiddetinde olduğunu anlatmaya çalışacağım.

Depremde gerçek güç  tanımlaması ve ölçümü yeryüzüne yakınlığı ve süresine bakılarak hesaplanır.

Bu ana kritere göre bakınca “9 saat gibi çok kısa bir zaman aralığında” 7’nin üzerinde aynı bölgede deprem olduğu bugüne kadar dünyada hiç görülmemiş ve yaşanmamış bir olay.

Dünkü yaşanan iki deprem birbirine (30 km) yan yana sayılabilecek bir lokasyonda olmuştur. Bu da bugüne kadar görülmüş bir şey değil.

Burada birçok cahil, bilgisiz ve kötü niyetli insan Japonya’daki yaşanan 9 şiddetinde ki depremle bunu ölçüyor.

Japonya’daki deprem; kıyıdan 110 km. açıkta, okyanusun 28 km. altında yaşanmıştır.

Bizim depremimiz ise yeryüzüne sadece 7 km. gibi çok çok yakın mesafe de olmuştur. önemli aradaki fark ise, iki depremin arasındaki süredir.

Japonya’daki deprem 36 saniye, dünkü yaşanan depremler ise toplamda 103 saniye gibi bugüne kadar yaşanmamış bir uzunlukta sürmüştür.

Bu o kadar büyük ve şiddetli bir deprem ki Trabzon’dan Hatay’a (885 km) Eskişehir’den Kars’a kadar (1340 km) büyük bir coğrafyada çok ciddi şekilde hissedildi.

Peki bu depremin yıkım  gücünü bilmeyenlere  nasıl gösterebiliriz?

8 şiddetindeki bir deprem 60 megatonluk bir atom bombası kadar enerji üretir.

Dünkü 2 deprem 7.7 ve 7.6 şiddetindeydi.

Şu an dünyadaki en güçlü nükleer savaş başlığı sadece 2 megaton!

işte bu kadar büyük coğrafyada, bu kadar etkili olmasının sebebi yere yakınlığı ve çok uzun sürmesindendir. Yani dünkü deprem; 120 megaton güç çıkışı ile tarihte görülmemiş bir enerji boşalmasına sebep olmuştur.

(60 en güçlü nükleer bomba gücünde)

“2 megaton ne demek, yıkıcı güç olarak ne yapar” sorarsanız; Japonya Nagazaki’ye atılan atom bombası 1.2 megaton gücündeydi.

İşte biz dün arka arkaya “tarihte eşi benzeri yasanmamış devasa büyüklükte” iki deprem yaşadık.

Bunları bilelim ve “lütfen paylaşalım” ki insanlar bilgi kirliliğinde dezerformasyona maruz kalmasınlar.

Son 200 senede Türkiye’de 13 tane 7’nin üzerinde deprem yaşanmış.

İlk defa 9 saat arayla bu kadar şiddetli 2 deprem bu coğrafya da meydana gelmiş..

Daha önce böylesi hiç olmamış, görülmemiş! Bu bir ilk.

İtalya Ulusal Jeofizik ve Volkanoloji Enstitüsü Başkanı/Carlo Doglioni:

“Türkiye, 30-40 saniye içinde üç metre hareket etti! Bu daha önce yaşanmış, görülmüş bir durum değil. Bu o kadar güçlü ve şiddetli bir deprem ki yıkılan binaların hepsi depremin enerji dalga boyunun gittiği yöne doğru yıkılmış.

Maraş’ın dağ silsilesinde yaklaşık 40 km’lik bir yarık oluştu. Bu olağanüstü bir durum. Türkiye 3 metre Arap Yarımadası’na doğru kaydı.

Kahramanmaraş’taki depremler o kadar şiddetliydi ki Grönland ve Danimarka’da da hissedildi.”

Prof. Dr. Cenk Yaltırak

Yerbilimci

  1. Ortak akıl
  2. Birleşik akıl
  3. Parlamenter sistem
  4. İstişare yapılması
  5. Liyakatlı insan atamaları
  6. Planlı – programlı yönetim
  7. Hukuk ve adaletin işlemesi
  8. Hesap verebilirlik
  9. Dürüstlük
  10. Bilimsellik
  11. Şeffaflık
  12. Demokrasinin her yerde işlemesi
  13. Temel hak ve özgürlüklerin olması
  14. Bağımsızlık
  15. Analizlerin iyi yapılması
  16. Geniş katılımcılık
  17. Rekabetçi ortam
  18. Parametrelerin doğru kurgulanması
  19. Örgütlenme
  20. Organizasyon
  1. Ahlakın övdüğü ve ahlaklı olmanın gerektirdiği doğruluk.
  2. Yardım severlik.
  3. Yiğitlik, cesaret.
  4. Bilgelik
  5. Alçakgönüllülük, güvenilirlik.
  6. İyi yüreklilik, samimilik.
  7. Ölçülülük, duyarlılık.
  8. İnsanın iyiye yönelmesi.
  9. Ruhsal yetkinlik, olgunluk, kemal.
  10. İyi ve güzel olana yönelen, kötü ve çirkin olandan sakınan ve iyiliği yapmaya çalışan insan, erdemli insandır.
  1. İyi huylu ve güzel ahlaklı olmak,
  2. İşinde ve hayatında, kin, çekememezlik ve dedikodudan kaçınmak,
  3. Ahdinde, sözünde ve sevgisinde vefalı olmak,
  4. Gözü, gönlü ve kalbi tok olmak,
  5. Şefkatli, merhametli, adaletli, faziletli, iffetli ve dürüst olmak,
  6. Cömertlik, ikram ve kerem sahibi olmak,
  7. Küçüklere sevgi, büyüklere karşı edepli ve saygılı olmak,
  8. Alçakgönüllü olmak, büyüklük ve gururdan kaçınmak,
  9. Ayıp ve kusurlarını örtmek, gizlemek ve affetmek,
  10. Hataları yüze vurmamak,
  11. Dost ve arkadaşlara tatlı sözlü, samimi, güler yüzlü ve güvenilir olmak,
  12. Gelmeyene gitmek, dost ve akrabayı ziyaret etmek,
  13. Herkese iyilik yapmak, iyiliklerini istemek,
  14. Yapılan iyilik ve yardımı başa kakmamak,
  15. Hakka, hukuka, hak ölçüsüne riayet etmek,
  16. İnsanların işlerini içten, gönülden ve güleryüzle yapmak,
  17. Daima iyi komşulukta bulunmak, komşunun eza ve cahilliğine sabretmek,
  18. Yaradan’dan dolayı yaratıkları hoş görmek,
  19. Hata ve kusurları daima kendi nefsinde aramak,
  20. İyilerle dost olup, kötülerden uzak durmak,
  21. Fakirlerle dostluktan, oturup kalkmaktan şeref duymak,
  22. Zenginlere, zenginliğinden dolayı itibardan kaçınmak,
  23. Allah için sevmek, Allah için nefret etmek,
  24. Hak için hakkı söylemek ve hakkı söylemekten korkmamak,
  25. Emri altındakileri ve hizmetindekileri korumak ve gözetmek,
  26. Açıkta ve gizlide Allah’ın emir ve yasaklarına uymak,
  27. Kötü söz ve hareketlerden sakınmak,
  28. İçi, dışı, özü, sözü bir olmak,
  29. Hakkı korumak, hakka riayette haksızlığı önlemek,
  30. Kötülük ve kendini bilmezliğe iyilikle karşılık vermek,
  31. Bela ve kötülüklere sabır ve tahammüllü olmak,
  32. Müslümanlara lütufkar ve hoş sözlü olmak,
  33. Düşmana düşmanın silahıyla karşılık vermek,
  34. İnanç ve ibadetlerinde samimi olmak,
  35. Fani dünyaya ait şeylerle övünmemek, böbürlenmemek,
  36. Yapılan iyilik ve hayırda Hakk’ın hoşnutluğundan başka bir şey gözetmemek,
  37. Alimlerle dost olup dostlara danışmak,
  38. Her zaman her yerde yalnız Allah’a güvenmek,
  39. Örf, adet ve törelere uymak,
  40. Sır tutmak, sırları açığa vurmamak,
  41. Aza kanaat, çoğa şükür ederek dağıtmak,
  42. Feragat ve fedakarlığı kendi nefsinde yapmak.

Suyun doğası bir felsefe anlatır.

Mesela dağdan akan suyu düşünün.

En az direnç gösteren yolu seçer akmak için.

Yani önüne bir kaya çıkacak olursa vazgeçmez yolundan ama onunla uğraşmaz, kayayla mücadele etmez, etrafından dolaşıp devam eder akmaya.

Suyun bu doğasından alınan ilhamla şöyle der sufiler:

“Seninle uğraşan hiç kimseyle uğraşma, eğer uğraşırsan onunla aynı yerde kalırsın.

Etrafından dolanıp devam et yoluna.”

Diyelim ki dağdan akan su önüne çıkan kayanın etrafından dolaşamayacak bir yola denk geldi.

O zaman ne yapar?

Birikip, çoğalıp üstünden aşar.

Yok eğer bu da olmuyorsa, sabırla kayayı damla damla delmeye başlar.

Kayayı delmeyi başaran suyun kuvveti değildir tabii ki, damlaların sürekliliğidir ki buna da “sabır” derler.

“Sabretmek” hiçbir şey yapmadan oturmak değildir.

“Sabır dikenin içinde gülü, gecenin içinde gündüzü hayal edebilmektir.” der Şems-i Tebrizi.

Suyun doğası imkansızın bile başarılabileceğini, bunun için sabırlı ve istikrarlı olduğunu öğretir. Kayayı delen su elbette yine yoluna devam eder.

Su hep akar ve çalışır.

Bilir ki aktıkça temizlenir.

Bazen dere kenarlarında su birikintileri oluşur, akmayan su bulanır, çamurlaşmaya başlar!

Üzerine pislik birikir ve sufiler bu yüzden derler ki:

“Sen su gibi sürekli ak!

Her daim yenilen!

Her gün yenilen!

İki günün aynı olmasın hep ilerle!

Dünü dünde bırak yeni şeyler öğren!”

Mesela su değişimden hiç korkmaz.

Ama insanlar değişimi sevdiklerini söyleseler de aslında bundan çok korkarlar.

Su, “değişimi” ne de güzel anlatır.

Bazen yağmur olur, bazen kar olur, bazen buz olur, bazen buhar olur.

Buhar olduğunda çıkar gökyüzüne, yağmur olup, kar olup, yine iner yere.

Ayrıca su uyumludur.

Çay bardağına koyduğunda çay bardağının şeklini alır, kovaya koyduğunda kovanın.

Sürekli bulunduğu yere uyumlanır ama doğası da hiç değişmez.

Her yere her şeye uyum sağlar.

Unutma ki dünyada her zaman doğaya uyum sağlayanlar hayatta kalır.

Uyum sağlayanlar esnektir çünkü.

Değişime direnenlerse katı.

Fırtına en sert en güçlü ağaçları devirir ama esnek fidanlara, otlara hiçbir şey yapamaz.

O yüzden esnek olanlar, uyum sağlayanlar hayatta kalır. Aynı zamanda akışa teslim olur.

Teslimiyet içindedir.

Bu teslimiyet boyun eğmek değildir.

Çünkü bilir ki bütün dereler eninde sonunda büyük denizlere, okyanuslara akar.

Elinden geleni yaptıktan sonra hayatın akışına teslim olmaktır bu.

Su berraktır, şeffaftır.

Olduğu gibidir yani.

Paylaşımcıdır.

Hep besleyicidir.

İnsanları, hayvanları, doğayı besler.

Hayatı başlatandır ve sürekli üretendir.

Su olan her yerde bitkiler vardır, hayvanlar vardır, insanlar vardır, hayat vardır. İşte suyun bu yapısından dolayı sufiler birbirlerine;

“SU GİBİ OL AZİZİM” derler.

Alıntı

Kasım-Aralık 2020’de,

Yoğun Bakım ünitesinde,

Bıçak sırtı mesafesinde,

Araftan geçip geldim.

 

Şimdi bir yıl olmuş,

O zaman ecelimiz gelmemiş,

Her zaman teslim olmuşuz Allah’a,

Nefesimiz bitmemiş daha Dünya’da.

 

Covit-19 Pandemisi sardığında,

Aşının o zaman olmadığında,

Hijyen-maske-mesafeye uyduğumuzda,

Virüsün bulaşmasını yaşadığımızda.

 

Oksijen satürasyonunuz düşüyor,

Statin fırtınası hücrelerinizi sarıyor,

Çıplak kefenli yoğun bakımda yatıyor,

Uyuyamıyor, saniyelerce, günlerce.

 

Yoğun Bakımda yalnızsınız,

Oksijen alıyorsunuz, satürasyonunuz yükseliyor,

Steroid alıyor, fırtınadan kurtuluyor,

Kan sulandırıcıyla, pıhtı atma önleniyor,

Dua’lar, Allah’tan şifalarla,

Aylarca rehabilitasyonla uğraşıyorsunuz.

 

Bir yıl sonra,

Aralık 2021’de muhasebesini yapıyorum,

Kendimize zaman ayırmadığımızı fark ediyorum,

Boş işlerle çok uğraştığımızı görüyorum,

Teheccüt vakti-Sabah Namazı vakti kalkıyorum,

Hayatımızın Din-Bilim-Felsefeyle dengesini kuruyorum,

Tam yaşamaya çalışıyorum.

 

5 Aralık 2021 Eyüp Özeren

Bıçak sırtı bir yaşamdır.

Kefenle yatıyorsunuz, savunmasızsınız. Kefenin üzerini örten bir beyaz battaniye.

2 m2 bir alanda yaşıyorsunuz. 2 m uzunluğu, 1 m genişliği olan yataktasınız.

Yattığınız yerde; küçük-büyük tuvaletinizi yapıyorsunuz, altınıza bez bağlanıyor. Tuvalete gitme imkânınız yok.

Yattığınız yerde; yemeğinizi yiyorsunuz.

Yattığınız yerde; tüm tedavileriniz uygulanıyor.

Zile basmak, yanınıza doktor-hemşire çağırmak imkânınız yok. (Hastalar devamlı monitörize olduğu için)

Ellerinizin üzerinden damar yolları açılıyor, serumlar, ilaçlar uygulanıyor.

Oksijen tüpü bağlanıyor, maskeyle burundan oksijen veriliyor. Oksijen saturasyonunun 90’ın altına inmemesi gerekiyor.

Nöbetçi doktor geliyor, yatakta yüzükoyun yatınız diyor, oksijen saturasyonunuz bu şekilde daha yükseleceğini söylüyor. (Akciğer kapasitesini arttırmak amacyla yapılıyor)

Nöbetçi hemşire geliyor, sağa-sola dönün, sabit kalmayın diye iletiyor.

Diğer nöbetçi doktor-nöbetçi hemşire geliyor, sağa-sola dönme, ellerinin üzerindeki iğne damar yolundan çıkacak diyor, çıkıyor, her yeriniz kan içinde kalıyor.

İshal oluyorsunuz, altınız tamamen batıyor, utanıyorsunuz, hasta bakıcı ne zaman odanıza gelirse o zaman altınız temizleniyor.

Oksijen maskeniz çıkıyor, o zaman oksijen saturasyonunuzun 90’ın altına indiğini görüyorsunuz, yoğun bakım odanızın dışındaki hemşireyi takip ediyorsunuz, el hareketiyle çağırayım da oksijen maskesini burun deliklerimden tekrar taksın diye.

Sitokin fırtınasına yakalanıyorsunuz, her an ölebilirim duygusunu yaşıyorsunuz.

AKŞ ‘in 300’ün üzerine çıktığını görüyorsunuz, insülin iğneleri göbekten yapılıyor.

Tansiyonunuz, ateşiniz sürekli ölçülüp, kontrol ediliyor.

C vitamini, D vitamini I.V. veriliyor. 3.cü kuşak antibiyotik I.V. veriliyor.

Steroid sürekli veriliyor.

Kan sulandırıcı heparin iğneleri sürekli subkutan uygulanıyor.

Kolşisin tb. veriliyor.

Allah’tan en çok ne isterseniz diye insanlara soruyorum, herkesin farklı farklı cevapları oluyor. Benim cevabım Allah’ım yoğun bakımdan çıkayım, tuvaletimi tuvalette yapabileyim oluyor.

Yoğun bakımda hiç uyuyamıyorsunuz, uyumanın ne kadar büyük nimet olduğunu anlıyorsunuz. (Gece-gündüz kavramı karışıyor, uyku kalitesi bozuluyor.)

Yoğun bakımda 1 dk, 1 sene gibi geliyor size, zaman hiç geçmiyor.

Ölüme hazır mıyım diye kendinize soruyorsunuz, hazırım cevabını aldığınızda çok rahatlıyorsunuz.

Müslüman olarak ecelin değişmeyeceğine inanıyorsunuz. Ecelim gelmediyse hiçbir güç beni öldüremez diyorsunuz.

Kas zafiyetiniz oluşuyor,  taburcu olduktan sonra 10 gün izolasyonla ancak toparlanıyorsunuz.

Ahlak ilkeleri olarak; kimseyi suçlamamak-itham, kimseyi yargılamamak-infaz, insanları alaya almamak-küçümseme, gıybet etmemek-dedikodu,  haset etmemek-kıskançlık… Bunlar aklınıza geliyor, düşünüyorsunuz.

Statülerin, makamların, paraların, başkanlıkların… her türlü güçlerin yok oluyor. 180 derece farklı istikamete gidiyorsunuz. Tek gücün kalıyor, her şeyin tek sahibi Yaratıcı Allah’la bütünleşmek.

Yoğun Bakımda dokuzuncu günüm, bugün ilk defa 5-10 dakika uyumuşum, kendimi iyi hissediyorum. Yoğun bakımdan çıkacağım hissi içime doğuyor.

Yoğun bakımda son iki gün, yoğun bakımdan çıkış kriterlerini öğreniyorum. Ben bunu başaracağım diyorum.

Oksijen tüpüyle, oksijen saturasyonunuz 95-96’da 24 saat kalması gerekiyor. Son gün oksijen tüpü çıkarılıyor, oksijen maskesiyle, oksijen saturasyonunuz 90-92’de 24 saat kalması gerekiyor.

Yoğun bakımdaki onuncu günüm de, beni servise çıkaracaklarını söylediler hocalarım. Zirvede mutluluk bu olsa gerek, yoğun bakımdan hiç çıkamayacağım diye düşündüğünüz mekândan şimdi çıkıyorsunuz.

Yoğun Bakımın tüm çalışanlarına çok teşekkür ediyorum. Allah onlardan razı olsun. Çok zor görevler yapıyorlar, maaşlarını kuruşuna kadar hak ediyorlar.

Yoğun Bakımdan servise çıkınca, hemen tuvalete gitmek istiyorsunuz, adımınızı attığınızda kas zafiyetinden dolayı yıkılıyorsunuz, kolunuza girilerek ancak adım atabiliyorsunuz.

Serviste banyo yapmak istiyorsunuz, yardımsız banyo yapma imkânınız mümkün değil.

Yoğun Bakımdayken, hastabakıcılar sizi temiz steril bezlerle sürekli silip, temizliyorlar.

Yoğun Bakımdayken, hastabakıcılar sizin sakal ve etek traşlarınızı dönem dönem yapıyorlar.

Yoğun Bakımdan, servisteki odanıza sizi sedye üzerinde çıkarıyorlar, servis odasında adım atmak, kanepeye oturmak kas zafiyetini azaltmak için gerekmekte.

Yoğun Bakımdan servis odasına çıkınca, odada TV var, Türkiye’de, Dünya’da ne olup bitmiş günler sonra izleyip, haberiniz oluyor.

Yoğun Bakımda yatarken, arkadaşınız dostunuz olan doktor tanıdıklarınız sizi ziyaret ediyor, parayla ölçülmez, dünya sizin oluyor.

Yoğun Bakımdaki nöbetçi doktorlara, bazı doktor arkadaşlarınız selam gönderiyorlar, çok mutlu oluyorsunuz.

Yoğun Bakım ve servisteki tedavi süreciniz tamamlandıktan sonra taburcu oluyorsunuz, evde 10 gün izolasyon süreniz başlıyor.

Yoğun Bakımda vakit namazlarını gözlerinizle kılıyorsunuz.

Evde izolasyon döneminde namazları rükulu, secdeli kılmaya çalışıyorsunuz, gücünüzün yetmediğini görüyorsunuz.

Evde izolasyonun ilk gecesinde 3-4 saat uyuyorsunuz, Allah’ım çok şükür, uyumak ne güzel bir nimetmiş diyorsunuz.

Evde 10 günlük izolasyon süresi dolduktan sonra, işinize gitmek istiyorsunuz, araba kullanabilecek gücünüz yok. Ancak birkaç gün sonra araba kullanmaya başlıyorsunuz.

Saçların uzamasıyla, pandeminin de devam etmesi, kuaföre o dönemde gidemiyorsunuz, makineyle asker tıraşı yaptırıp, hayatımda ilk defa Ecevit şapkası giymiş oldum.

Hastaneden çıktıktan sonra 10 gün süreyle kan sulandırıcı Heparin, 1 ay süreyle de 100 mg Aspirin kullanmayı hocalarımız önerdiler.

Yaşamınızı gözden geçiriyorsunuz. Bizlere şah damarımızdan daha yakın Allah’a şükrediyorsunuz. Allah’a teslim oluyorsunuz, rıza gösteriyorsunuz, şükrediyorsunuz.

12 Aralık 2020

Eyüp ÖZEREN