Müzikle tedavinin Türkiye’de ve dünyada binlerce yıllık bir geçmişi vardır.
Müzikle tedavi alanında özellikle Avrupa, Amerika lisans ve yüksek lisans düzeyinde müzikle tedavi eğitimi verilip dernekler kurularak bilimsel konferans ve kongreler düzenlenmektedir.
Norveç’te müzikle tedavi programı Norveç Müzik Akademisinde yüksek lisans programı olarak sunulmaktadır. Bu programdan mezun müzik terapistleri engelli çocuklarla, tutuklularla, huzur evindeki yaşlılarla ya da psikiyatrik hastalar ile çalışabilmektedirler.
Türkiye’de Tıp Fakültelerinde, özel hastanelerde ve özel merkezlerde birçok bölümde Türk müziği ile tedavi çalışmaları başlamıştır.
2007 yılında Ege Üniversitesi Hastanesi Onkoloji Bölümünde kanser hastaları üzerinde müziğin kemoterapisinin yan etkileri ve hastaların kaygı düzeylerine etkileri araştırılmıştır. Hastaların %76‘sı bu tedavi sürecinin yararlı olduğunu belirterek müziğin kendilerini dinlendirdiğini, huzur verdiğini, mutlu ettiğini, dikkatlerini hastalıktan ve ortamdan uzaklaştırdığını söylemişlerdir.
Yapılan çalışmalarda müzikle tedavi uygulamaları; iklim değişiminin yol açtığı rahatsızlıklarda etkili ve faydalı olmuştur.
Müzikle tedavi; ruh sağlığı, psikolojik travmalar, kişilik bozukluklarında etkili ve faydalı olmuştur.
Müzikle tedavi; engellilerin yaşam kalitesini artırma, yaşlıların toplumla bağlarının kopmaması, ağrının etkisini azaltması gibi konularda etkili ve faydalı olmuştur.
Müzikle Tedavi; suçluların topluma kazandırılması gibi konularda etkili ve faydalı olmuştur.
Müziğin bilinçli bir tedavi yöntemi olarak kullanılabilmesi için bilimsel çalışmalar yapılmalıdır.
Resim, renklerin birleşmesinden; şiir, kelimelerin birleşmesinden nasıl oluşmuşsa; müzik de seslerin, duygu, düşünce ve heyecanımızı anlatmak üzere belli bir estetik anlayışına göre seçilip işlenmesinden oluşmaktadır.
Müzik hem bir sanat hem bir bilimdir, duygusal olarak algılanışının yanı sıra akıl ile de kavranabilir.
Müzik; insanın doğaya eklediği uyumlu seslerdir.
Müzik; bir takım duygu ve düşünceleri belli kurallar çerçevesinde uyumlu seslerle anlatma sanatıdır.
Bütün müzik türleri için ana öğeler ritim, tonalite, dinamik ve ses rengi olarak belirtilir.
Müzik; duygu, düşünce ve imgeleri tek sesli ya da çok sesli olarak anlatma sanatıdır.
Müzik; bir biçimde düzenlenmiş seslerden oluşan yapıtların çalışması ya da söylenmesidir.
Eski çağlardan başlayarak müziğin, güç kazanma; hastalığa, ölüme, doğuma, evlenmeye, savaşa, eşlik etme, başarıyı ve kazancı sağlama amacının da gösterdiği gibi insanoğlu müzikle korunmaya inanmıştır.
Din, felsefe, matematik, astronomi, folklor konusundaki eski bilgi kitapları, müziğe önemli yer ayırmışlardır.
Pek çok ulus, şarkıları kulaktan kulağa, babadan oğula, ustadan çırağa aktararak saklamıştır. Müzik, yüzyılların ötesinden, zamanın ve yaşayışının süzgecinden geçerek gelir. Bu bakımdan müziğin, zaman içinde gereksemelere uygun olarak değişmesi doğaldır.
Hayatında hiç müzeye gitmeyen, hiç tiyatro seyretmeyen, kitap okumayan, heykel ya da ciddi bir mimari eseri görmeyen insanlar vardır ama hiç müzik dinlemeyen insan yoktur.
Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisi başka bir ifade ile piramidi var. Piramidin tabanından yukarıya doğru sıralarsak:
Fizyolojik ihtiyaçlar
Güvenlik ihtiyaçları
Sosyal ihtiyaçlar
Saygınlık ihtiyaçları
Kişisel doyum ihtiyaçları İnsanlar, bu sıralamaya göre bir alttaki ihtiyacını karşılamadan üstteki ihtiyacına odaklanamaz. Sırayla olur ancak. Maslow’a kesinlikle katılıyorum. Ve ben tüm insanların saygı duyulmaya ihtiyacı ve hakkı olduğuna inanıyorum.
Dertleşerek iyileşeceğiz.
Birbirimiz için var ve hazır olduğumuzu hissettirmeliyiz.
Milli bir matem içerisindeyiz.
Her birimiz öteki için tutunacak dal olmalıyız.
Beni aşan, gücümü geçen olaylara travma diyoruz.
Travma endişe ve korkuyu tetikler.
Travması olan insanlara, parmak uçlarınızdan yürüyerek yaklaşın.
Mutlaka güvenlik ortamını sağlayın.
Sükûnet ile konuşun.
Afet sonunda intiharlar artmaktadır.
Alkol, madde kullanımları artmaktadır.
Hayatı, rutinleri yoluna koymak lazım.
Temel ihtiyaçlar karşılanmalı.
Yas dalgalar halinde gelir.
İnsanlara ümit aşılamalıyız.
İnancı insanlar için bir şefkat, merhamet olarak takdim edelim.
Kendimizi eylem sahibi yapmak zorundayız. Yeni bir şuurla, ahlakla şehirlerimizi yapmak zorundayız.
Hasımlarımızla ortak düzlemler aramalıyız.
Buhran zamanları, kriz zamanları hayatı yeni bir bakışla görebileceğimiz zamanlardır.
Bu zamanlar bir fırsat sunan zamanlardır.
Yasımızı tutacağız ama sonsuza kadar değil.
(Deprem konuşmasından derlenmiş özettir.)
Prof. Dr. Kemal Sayar
Psikiyatrist
Depremde en çok etkilenen afetzede kadınlarımız ve çocuklarımızdır. Kişisel ihtiyaçlarında, güvenliklerinde, doğal süreçleri sorunsuz yaşamalıdırlar.
Ayni ya da nakti yardım aksatmadan sürdürülmelidir.
Gönüllüler çoğalmalıdır.
İlaç, dezenfeksiyon malzemeleri, güncel tıbbi ürünler bağış yapılmalıdır.
Çöp sorununa dikkat çekilmeli, bulaşıcı hastalıklara karşı tedbir alınmalıdır.
Yardımlar çeşitlendirilmelidir.
Psikolojik destek şart.
Fikir liderleri olan insanlarımız sahaya.
Depremzedelere bilimsel temelli ve motive edici programlar yapılmalı.
Biz bunu da aşarız çünkü bu memleket bizim. “ Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine, bu hasret bizim. Nazım Hikmet “
Gece yatarken telefon yakınınızda uyumayı alışkanlık edinin (Şarj dolu olsun).
Depreme gece yakalandıysanız yatak odası veya çocuk odasından ayrılmayın. Çünkü arama kurtarma çalışmaları öncelikli olarak bu odalardan başlatılıyor.
Eski tip birbirine geçmeli yatağınız varsa biran önce ondan kurtulun. Yüksek ve sağlam bazalardan alın. Baza altını mümkün olduğunca dolu tutun (Kıyafet, battaniye, yorgan gibi. Çünkü sağ ulaştıklarımızın çoğu baza yanlarında uzanan insanlardı.
Sakın ayakta, kiriş altlarında, merdiven boşluklarında ve koridorda durmayın (Ölüm vakaları daha çok buralardaydı).
Mutlaka çök-kapan pozisyonunu yapın. Ama bunu boş yerlerde degil özellikle bazaların yanında yapın.
Kapandığınız esnada yatak üzerinden battaniye-yorgan ve yastık alıp kendinizi koruyun. Kış aylarında atletle kesinlikle yatmayın. Yara almayan ama soğuktan ölenlere denk geldik.
Baza kenarlarında 1 şişe su bulundurmayı adet edinin. Çok şey kaybetmezsiniz.
Kol saati kullanınki enkaz altında gece yarısı sesinizi boşa tüketmeyin. Sizi duyan çok kişi olmayacak. Çünkü gece karanlık ve soğuktan çalışmalar yavaşlıyor.
Sakin kalıp elbet birisinin sizin için geleceğini unutmayın.
Sarsıntı tamamen bitmeden bulunduğunuz yerden ayrılmayın. Merdiven boşluklarından çok can kaybı çıktı. Varsa imkanınız yüksek katlı son tercihiniz olsun. En üst kattayım diye kendinizi çokta güvende hissetmeyin (Vefat eden yakınlarımız en üst katlarda oturuyorlardı). Bu saatten sonra depremle yaşamayı ve birgün yine yüzleşeceğinizi unutmayın. Her zaman hazırlıklı olun.
Dr. Özlem GÜLER AYDIN
Psikolog
(Kahramanmaraş merkezli 10 ilde yaşanan felaket üzerinden değerlendirmede bulunuyor.)
Allah, Dünyada kendine benzer (Esmau’l-Hüsna) özgür iradeli bir varlık olan insanı yaratıp onu ahlaki bağlamda denenmeye tabi tutarak (din) riske girmiştir. “Risk” kavramı, bu bağlamda insandan beklentisinin hasıl olup olmayacağı anlamındadır(80/23). Zira Allah, insanı, O’nun beklentisi (iman-salih amel/cennet) doğrultusunda zorlamamıştır. Denenme olgusu (Bela-Fitne), doğal kötülüklerin (şerr-musibet) ve doğal iyiliklerin (rızık, nimet, lütuf, ikram) olduğu riskli bir ortamda gerçekleşmektedir (2/155, 21/35). “Biz insanı acı, sıkıntı, zorluk, gerilim (kebed) ortamında yarattık” (90/4). İnsanın kendisi de iyilik ve kötülük (hayır-şerr) kabiliyetleri ile yaratılmıştır (91/7-10) ve herkes, -hem Dünyada, hem de Ahirette- yaptıklarının rehinidir(52/21,74/38). Allah, kendini ve insanı riske açmıştır/atmıştır. Riske giremeyen, “Tanrı” olamaz; oyun oynar. Allah, İnsanı yaratmakla, oyun(abes) oynamadığını vurgulamıştır(23/115). Tanrı’ya “kötülük” –yapmayı değil-; yaratmayı (Teodise) layık görmeyen çocuksu teolojiler (Örneğin: Hıristiyanlık-Yahudilik), “Denenme” olgusunun ciddiyetini doğru kavrayamadıkları için, insanların dinden çıkmasına sebep olmuşlardır: 1755 Lizbon Depreminden (doğal kötülük) sonra Hıristiyanlıktan; Hitlerin yaptığı Holokosttan(insani kötülük) sonra da Yahudilikten irtidatların arkasında yatan budur.
Doğadaki nesnelerin/şeylerin birbirinden farklı olarak tasarımlanmaları ve nedensellikle tekrar eden doğa olayları, Kur’an’da “Kader-Takdir” kavramları ile nitelenir(25/2, 13/8, 36/39, 87/3…). Bunlardan bir kısmının insan cinsi ile irtibatından ölüm, zarar, acı, ıstırap, sıkıntı doğurmasından dolayı; insanlar tarafından, “Felaket” veya “Afet” olarak isimlendirilmiştir: Deprem, yanardağ patlamaları, virüslerin sebep olduğu hastalıklar (pandemiler), kasırgalar, kıtlık-kuraklık, sel-heyelan, çığ, orman yangınları vs. Bunlar, aslında doğanın kendini sürdürmesinin ontolojik unsurlarıdır. İnsanların kendi özgür iradeleri ile doğurdukları savaşlar ve zulümler de, “kötülük (şerr)” örnekleridir.
Bunlar, “denenme” ortamının potansiyel risk unsurlarıdır. “Deneme/Din”, bu kötülükleri azaltma çabası; yani yeryüzünü “imar” etmek ve insan cinsini “ıslah” etmektir. Bu süreçte karşı karşıya kalınan zorluklara direnmek(sabır)tir (2/155). Allah, herhangi bir kötülük potansiyelini, herhangi bir insan topluluğuna “denenme” olsun diye manipüle etmez, özel olarak yönlendirmez. Kötülükler, doğadan veya insan iradesinden doğar. Peygamber gönderilen toplumların, onlara karşı ortaya koydukları kötü tavırlar sonucu gerçekleşen “Helâk”lar, “Olağanüstü Hal” kanununa göre gerçekleşmeleri, bunun dışındadır (5/111-115).
Normal durumlarda insanların karşı karşıya kaldıkları kötülükler (Musibet), insanların kendi ihmalleri (yapmadıkları) veya iktisapları(yaptıkları)ndan dolayıdır (30/41, 39/51, 42/30, 44/38…). Bir doğa olayının, insanlar için “felaket” veya “afet” durumuna (musibet) dönüşmesinin sebepleri, insanların cehaletleri/ihmalleri, zafiyetleri veya ihanetleridir. Bunların doğurduğu sonuçları, “Kader” kavramı ile Allah’ın üzerine atmak, iftiradır ve zulümdür. Kur’an’ın “Kader” kavramı (kuş uçar, taş düşer, fay kırılır…) ile Sünniliğin “Kader” kavramı arasındaki fark budur.
Allah ile insan arasındaki ahlaki ilişki Kur’an’da “Sünnetullah (33/62, 35/43)” kavramı ile ifade edilir; “Kader” kavramı ile değil. Bu ilişkinin işletilmesi de, insanın özgür iradesine bağlanmıştır: “Bir toplum, kendi durumunu değiştirmedikçe; Allah, onların durumunu değiştirmez.” (13/11) veya “Kör, Allah’a nasıl bakarsa; Allah da köre öyle bakar.” Yani küllî irade, cüzî iradeye bağlıdır.
Deprem konusunda “Fetva” mercii Jeologlar ve Deprem bilimcilerdir; ilahiyatçılar değil. Örneğin, deprem bilim profesörü Naci Görür’ün: “AFAD’ın “Afet Bakanlığı”na çevrilmesi gerekir” önerisi, doğrudur. Turizm geliştirmek için “Bakanlık” kurmaktan bin kat daha elzemdir.
Cumhurbaşkanının, son depremden sonra bölgede halkla konuşurken sarf ettiği: “Olanlar oldu; bunlar, hep kader planının içinde olan şeyler” cümlesi, Sünnîliğin geliştirdiği “Kader (Cebir)”in ifadesi olarak, Kur’an açısından külliyen yanlıştır. Fay hattının kırılmasının doğurduğu “felaket” sonucu için: “Allah’tan geldi” yargısı doğru değildir. Fayın kırılma “kanunu”, Allah’ın Kaza ve Kaderidir. Bunun “Felaket” veya “Afet” e dönüşmesinin sebepleri cehalet, ihmal, zaafiyet ve ihanettir. Failleri müşterek ve müteselsildir. Anadolu kıtasındaki fay hatlarının kırılma tarihleri ve periyotları geriye doğru (Bizans-Osmanlı) bilindiği halde; fay hatları üzerine yerleşke (şehir-kasaba-köy) kurmak cehaletin, ihmalin, zayıflığın (“Bir şey olmaz”) sonucudur. Felakete sebebiyet veren failler mülk sahipleri (meskûn), bina yapanlar (müteahhit-mühendis) ve bunları denetleme sorumluluğunu üstlenen yerel yönetimler (Belediyeler) ve siyasal iktidarlardır. Depremi, Allah’ın “birilerine” ve bir “yere” kasdî olarak yönlendirilmiş eylemi anlamında “Kader” olarak öğreten Sünni alimlerdir. Yerleşkeleri, tarihte olduğu gibi, dağ eteklerine yapma imkânı olduğu veya depreme dayanıklı binalar yapma teknik imkânı olduğu halde; bunu yapmayan veya denetlemeyen herkestir. Tarım arazilerini/ovaları şehir, kasaba ve köye (emlak-arsa) dönüştürenlerdir. Felaketlerdeki ölümleri “Ecel-Kader” kavramı ile Allah’a bağlayan din alimleri-din adamları ve bu sakim yorumun işine geldiği siyasilerdir. İnsanın, kendi ihmali veya ihanetinin ortaya çıkardığı yıkım ve ölüm sonucunu, “Kader” veya “Ecel” kavramları ile Allah’ın üzerine atması, dindarlık görünümü altında ahlaksızlıktır.
Uzun süre sonra yıkıntılar altından canlı çıkarmak, yaşama tutunan ve onu kurtarmak için dişini tırnağına takan kahramanların mucizesidir. Kendisi mucize olan insanın ortaya koyduğu “mucize”dir.
Bir deprem ülkesi olan Türkiye’de “ümran” faaliyeti, bugün yol-köprü, tünel yapmaktan önce, “Kentsel Dönüşüm” ve “Bina Denetimi”dir. Birinciler olmadığında,en çok zahmet çekeriz; ikinci olmadığında, kitlesel olarak ölüyoruz. Deprem coğrafyasında, fay hatlarını ve kırılma periyotlarını beyin korteksine kazımaksızın; yüz yıllar boyunca yığma taştan evler, betonarme çok katlı tabut/mezar binalar yapmak, akla ziyan bir tutumdur. 1939 Erzincan depreminden sonra, şehrin aynı mekânda yeniden yapılması, bunun bir örneğidir.
“Makasidu’ş-Şeria”ya göre yol, köprü, tünel yapmak “Tahsiniyyat (olmasa da, olur)”; kentsel dönüşüm ve bina denetimi, “Zaruriyyattır (olmazsa, olmaz)”. Gözle görünmeyen bir mefsedeti/riski bertaraf etmek/defetmek; gözle görülür bir menfaati celp etmekten/temin etmekten daha evladır.(Def-i mefasit, celb-i menafiden evladır.” Mecelle).
Deprem sonrasında halkımızın, İslam dünyasının ve insanlığın bölge halkına karşı gösterdiği dayanışma, İslami anlamda “Ruh”un (merhamet, paylaşma, dayanışma) henüz ölmediğinin bir kanıtıdır. Ancak, ruhun diğer parça olan kafa/akıl, mantık, tedbir (Japonya), bu coğrafyada olabildiğince zayıftır. Bir “akıl tutulması” mevcuttur.
Enkaz altından günlerce sonra kurtarılan 70-80 yaşlarında bir teyzenin, dışarı çıkmadan önce, -masum ve muhterem bir şekilde- bir “başörtüsü” talebinde bulunması, bu topraklarda “dindarlık” vurgusunun, ağırlıklı olarak nelere yapıldığı -ve nelere de yapılmadığının- manidar bir göstergesidir. Saçın görülmesinin günahı, imar affının günahından büyük olarak gösterildi. Oysa, “İmar Affı” kavramı, tek başına hem halkımızın, hem de onların yerel ve siyasal temsilcilerinin ahlaki-hukuki-dinsel karakterini ele veren “affedilmez” büyük bir günahıdır.
“Nush/nasihat ile uslanmayanı, etmeli tekdir; tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir.” Heyhat! Deprem “köteği” ile dahi uslanmıyoruz. “Bu, neden sürekli benim başıma geliyor?” diyorsan; bir şaman, bir “Ayet” gücünde şöyle der: “Ders, sen öğrenene kadar devam eder.” Ancak, “Her musibet, bir nasihattir; ne musibet biter, ne de nasihat.” sözü, -maalesef- bu topraklarda söylenmiş ve bu toprakların ruhunu/karakterini ele veren en doğru sözdür. Bu deprem, bir kısmının kendini “Dindar”; bir kısmının da kendini “Çağdaş” olarak tanımlayan bir toplumun şehircilik, inşaat, mimarlık, mühendislik alanlarında ahlaktan-medenilikten yoksun olduğunu bir kez daha yüzüne vurarak el-aleme rezil etmiştir. Hasılı, toplum olarak “iş, ‘bildiğimiz’ gibi değil”; daha doğrusu, yaptıklarımız, “mış gibi”.
Prof. Dr. İlhami GÜLER
Kelam Hocası
YAS SÜRECİNDEKİ BİREYLERİN PEK DUYMAK İSTEMEDİKLERİ SÖZLER
*Bir süre sonra (kendini) daha iyi hissedeceksin.
*Ne hissettiğini biliyorum/anlıyorum.
*Ağlama artık.
*Ailen için güçlü olmalısın / kalmalısın.
*Her şeyin bir nedeni var.
*O çok iyi bir insandı. Allah, onu yanına almak istedi.
*Zamana bırak, zaman her şeyin ilacıdır.
*Çocuklarını düşün, bırakma kendini.
*Sen de hastasın, ağlama bir şey olacak.
*Kendini meşgul et, düşünme bu kadar artık.
*Daha kötüsü olabilirdi.
*Ölenle ölünmüyor.
*Hayat devam ediyor.
*Senden daha beterlerini düşün.
*Gençsin toparlarsın.
*Sakin ol.
YAS SÜRECİNDEKİ BİREYLERİN DUYMAK İSTEDİKLERİ SÖZLER
*Kaybınız için gerçekten çok üzgünüm.
*Umarım doğru cümleler kurabilirim, sizin için burada olduğumuzu bilmenizi isterim.
*Yaşamayan anlayamaz, çok haklısınız, yanınızda durabilir, sizi dinleyebilirim. Anlatmak ister misiniz?
*Şu an neler hissettiğini hayal bile edemiyorum (SESSİZ KAL).
*Şu an neler hissettiğini hayal bile edemiyorum, ben de __ kaybettiğimde __ hissetmiştim. (DİNLE)
*Senin için buradayım. (Bir şeye ihtiyaçları olup olmadığını sorun, ya da onlar için ne yapabileceğinizi sorun, ya da ortamda somut bir şey varsa “Senin için su vb. bulmamı ister misin ?’ diye sorun.
*Neler olduğunu anlatmak ister misin?
Ölen (kardeşinizle, oğlunuz ile ilgili) kişi ile olan güzel bir anınızı anlatmak ister misiniz* Ne kadar iyi bir insanmış meğer ne güzel şeyler yaşamışsınız.
*Duyguları paylaşmak içinde tutmamak çok iyi gelir, bana anlatamazsan bile sevdiğin, güvendiğin arkadaşına, akrabana anlat olur mu?
*Bazen hiçbir şey söylemeden yanında oturun. İzin veriyorsa elini tutun, omzuna dokunun.
DEPREM SURESİ (ZİLZAL)
Bismillahirrahmanirrahim
-Yer, şiddetli sarsıntısıyla sarsıldığında,
-Yer, ağırlıklarını çıkarttığında,
-İnsan “Buna yere ne oluyor?” dediğinde,
-İşte o gün yer, haberlerini söyler.
-Çünkü Rabbin ona vahyetmiş bildirmiş olacaktır.
-O gün, yaptığı işleri kendilerine gösterilsin diye insanlar grup grup çıkarlar.
-Kim zerre kadar iyilik yaparsa onu görür.
-Kim de zerre kadar kötülük yaparsa onu görür.
KUR’AN: Zilzal Suresi
DEPREMDE ALINMASI GEREKEN ÖNLEMLER
Gece yatarken telefon yakınınızda uyumayı alışkanlık edinin (Şarj dolu olsun).
Depreme gece yakalandıysanız yatak odası veya çocuk odasından ayrılmayın. Çünkü arama kurtarma çalışmaları öncelikli olarak bu odalardan başlatılıyor.
Eski tip birbirine geçmeli yatağınız varsa biran önce ondan kurtulun. Yüksek ve sağlam bazalardan alın. Baza altını mümkün olduğunca dolu tutun (Kıyafet, battaniye, yorgan gibi. Çünkü sağ ulaştıklarımızın çoğu baza yanlarında uzanan insanlardı.
Sakın ayakta, kiriş altlarında, merdiven boşluklarında ve koridorda durmayın (Ölüm vakaları daha çok buralardaydı).
Mutlaka çök-kapan pozisyonunu yapın. Ama bunu boş yerlerde degil özellikle bazaların yanında yapın.
Kapandığınız esnada yatak üzerinden battaniye-yorgan ve yastık alıp kendinizi koruyun. Kış aylarında atletle kesinlikle yatmayın. Yara almayan ama soğuktan ölenlere denk geldik.
Baza kenarlarında 1 şişe su bulundurmayı adet edinin. Çok şey kaybetmezsiniz.
Kol saati kullanınki enkaz altında gece yarısı sesinizi boşa tüketmeyin. Sizi duyan çok kişi olmayacak. Çünkü gece karanlık ve soğuktan çalışmalar yavaşlıyor.
Sakin kalıp elbet birisinin sizin için geleceğini unutmayın.
Sarsıntı tamamen bitmeden bulunduğunuz yerden ayrılmayın. Merdiven boşluklarından çok can kaybı çıktı. Varsa imkanınız yüksek katlı son tercihiniz olsun. En üst kattayım diye kendinizi çokta güvende hissetmeyin (Vefat eden yakınlarımız en üst katlarda oturuyorlardı). Bu saatten sonra depremle yaşamayı ve birgün yine yüzleşeceğinizi unutmayın. Her zaman hazırlıklı olun.
Dr. Özlem GÜLER AYDIN
Psikolog
NASIL BİR DEPREM YAŞADIK
Şimdi size kısaca herkesin anlayabileceği sadelikte dünkü 2 depremin aslında kaydedilen 7.7/7.6 değil, şiddet/enerji boşalımı parametresine göre 11 şiddetinde olduğunu anlatmaya çalışacağım.
Depremde gerçek güç tanımlaması ve ölçümü yeryüzüne yakınlığı ve süresine bakılarak hesaplanır.
Bu ana kritere göre bakınca “9 saat gibi çok kısa bir zaman aralığında” 7’nin üzerinde aynı bölgede deprem olduğu bugüne kadar dünyada hiç görülmemiş ve yaşanmamış bir olay.
Dünkü yaşanan iki deprem birbirine (30 km) yan yana sayılabilecek bir lokasyonda olmuştur. Bu da bugüne kadar görülmüş bir şey değil.
Burada birçok cahil, bilgisiz ve kötü niyetli insan Japonya’daki yaşanan 9 şiddetinde ki depremle bunu ölçüyor.
Japonya’daki deprem; kıyıdan 110 km. açıkta, okyanusun 28 km. altında yaşanmıştır.
Bizim depremimiz ise yeryüzüne sadece 7 km. gibi çok çok yakın mesafe de olmuştur. önemli aradaki fark ise, iki depremin arasındaki süredir.
Japonya’daki deprem 36 saniye, dünkü yaşanan depremler ise toplamda 103 saniye gibi bugüne kadar yaşanmamış bir uzunlukta sürmüştür.
Bu o kadar büyük ve şiddetli bir deprem ki Trabzon’dan Hatay’a (885 km) Eskişehir’den Kars’a kadar (1340 km) büyük bir coğrafyada çok ciddi şekilde hissedildi.
Peki bu depremin yıkım gücünü bilmeyenlere nasıl gösterebiliriz?
8 şiddetindeki bir deprem 60 megatonluk bir atom bombası kadar enerji üretir.
Dünkü 2 deprem 7.7 ve 7.6 şiddetindeydi.
Şu an dünyadaki en güçlü nükleer savaş başlığı sadece 2 megaton!
işte bu kadar büyük coğrafyada, bu kadar etkili olmasının sebebi yere yakınlığı ve çok uzun sürmesindendir. Yani dünkü deprem; 120 megaton güç çıkışı ile tarihte görülmemiş bir enerji boşalmasına sebep olmuştur.
(60 en güçlü nükleer bomba gücünde)
“2 megaton ne demek, yıkıcı güç olarak ne yapar” sorarsanız; Japonya Nagazaki’ye atılan atom bombası 1.2 megaton gücündeydi.
İşte biz dün arka arkaya “tarihte eşi benzeri yasanmamış devasa büyüklükte” iki deprem yaşadık.
Bunları bilelim ve “lütfen paylaşalım” ki insanlar bilgi kirliliğinde dezerformasyona maruz kalmasınlar.
Son 200 senede Türkiye’de 13 tane 7’nin üzerinde deprem yaşanmış.
İlk defa 9 saat arayla bu kadar şiddetli 2 deprem bu coğrafya da meydana gelmiş..
Daha önce böylesi hiç olmamış, görülmemiş! Bu bir ilk.
İtalya Ulusal Jeofizik ve Volkanoloji Enstitüsü Başkanı/Carlo Doglioni:
“Türkiye, 30-40 saniye içinde üç metre hareket etti! Bu daha önce yaşanmış, görülmüş bir durum değil. Bu o kadar güçlü ve şiddetli bir deprem ki yıkılan binaların hepsi depremin enerji dalga boyunun gittiği yöne doğru yıkılmış.
Maraş’ın dağ silsilesinde yaklaşık 40 km’lik bir yarık oluştu. Bu olağanüstü bir durum. Türkiye 3 metre Arap Yarımadası’na doğru kaydı.
Kahramanmaraş’taki depremler o kadar şiddetliydi ki Grönland ve Danimarka’da da hissedildi.”
Prof. Dr. Cenk Yaltırak
Yerbilimci
Ortak akıl
Birleşik akıl
Parlamenter sistem
İstişare yapılması
Liyakatlı insan atamaları
Planlı – programlı yönetim
Hukuk ve adaletin işlemesi
Hesap verebilirlik
Dürüstlük
Bilimsellik
Şeffaflık
Demokrasinin her yerde işlemesi
Temel hak ve özgürlüklerin olması
Bağımsızlık
Analizlerin iyi yapılması
Geniş katılımcılık
Rekabetçi ortam
Parametrelerin doğru kurgulanması
Örgütlenme
Organizasyon
Ahlakın övdüğü ve ahlaklı olmanın gerektirdiği doğruluk.
Yardım severlik.
Yiğitlik, cesaret.
Bilgelik
Alçakgönüllülük, güvenilirlik.
İyi yüreklilik, samimilik.
Ölçülülük, duyarlılık.
İnsanın iyiye yönelmesi.
Ruhsal yetkinlik, olgunluk, kemal.
İyi ve güzel olana yönelen, kötü ve çirkin olandan sakınan ve iyiliği yapmaya çalışan insan, erdemli insandır.
İyi huylu ve güzel ahlaklı olmak,
İşinde ve hayatında, kin, çekememezlik ve dedikodudan kaçınmak,
Ahdinde, sözünde ve sevgisinde vefalı olmak,
Gözü, gönlü ve kalbi tok olmak,
Şefkatli, merhametli, adaletli, faziletli, iffetli ve dürüst olmak,
Cömertlik, ikram ve kerem sahibi olmak,
Küçüklere sevgi, büyüklere karşı edepli ve saygılı olmak,
Alçakgönüllü olmak, büyüklük ve gururdan kaçınmak,
Ayıp ve kusurlarını örtmek, gizlemek ve affetmek,
Hataları yüze vurmamak,
Dost ve arkadaşlara tatlı sözlü, samimi, güler yüzlü ve güvenilir olmak,
Gelmeyene gitmek, dost ve akrabayı ziyaret etmek,
Herkese iyilik yapmak, iyiliklerini istemek,
Yapılan iyilik ve yardımı başa kakmamak,
Hakka, hukuka, hak ölçüsüne riayet etmek,
İnsanların işlerini içten, gönülden ve güleryüzle yapmak,
Daima iyi komşulukta bulunmak, komşunun eza ve cahilliğine sabretmek,
Nöbetçi doktor geliyor, yatakta yüzükoyun yatınız diyor, oksijen saturasyonunuz bu şekilde daha yükseleceğini söylüyor. (Akciğer kapasitesini arttırmak amacyla yapılıyor)
Nöbetçi hemşire geliyor, sağa-sola dönün, sabit kalmayın diye iletiyor.
Diğer nöbetçi doktor-nöbetçi hemşire geliyor, sağa-sola dönme, ellerinin üzerindeki iğne damar yolundan çıkacak diyor, çıkıyor, her yeriniz kan içinde kalıyor.
İshal oluyorsunuz, altınız tamamen batıyor, utanıyorsunuz, hasta bakıcı ne zaman odanıza gelirse o zaman altınız temizleniyor.
Oksijen maskeniz çıkıyor, o zaman oksijen saturasyonunuzun 90’ın altına indiğini görüyorsunuz, yoğun bakım odanızın dışındaki hemşireyi takip ediyorsunuz, el hareketiyle çağırayım da oksijen maskesini burun deliklerimden tekrar taksın diye.
Sitokin fırtınasına yakalanıyorsunuz, her an ölebilirim duygusunu yaşıyorsunuz.
AKŞ ‘in 300’ün üzerine çıktığını görüyorsunuz, insülin iğneleri göbekten yapılıyor.
Tansiyonunuz, ateşiniz sürekli ölçülüp, kontrol ediliyor.
C vitamini, D vitamini I.V. veriliyor. 3.cü kuşak antibiyotik I.V. veriliyor.
Steroid sürekli veriliyor.
Kan sulandırıcı heparin iğneleri sürekli subkutan uygulanıyor.
Kolşisin tb. veriliyor.
Allah’tan en çok ne isterseniz diye insanlara soruyorum, herkesin farklı farklı cevapları oluyor. Benim cevabım Allah’ım yoğun bakımdan çıkayım, tuvaletimi tuvalette yapabileyim oluyor.
Yoğun bakımda hiç uyuyamıyorsunuz, uyumanın ne kadar büyük nimet olduğunu anlıyorsunuz. (Gece-gündüz kavramı karışıyor, uyku kalitesi bozuluyor.)
Yoğun bakımda 1 dk, 1 sene gibi geliyor size, zaman hiç geçmiyor.
Ölüme hazır mıyım diye kendinize soruyorsunuz, hazırım cevabını aldığınızda çok rahatlıyorsunuz.
Müslüman olarak ecelin değişmeyeceğine inanıyorsunuz. Ecelim gelmediyse hiçbir güç beni öldüremez diyorsunuz.
Kas zafiyetiniz oluşuyor, taburcu olduktan sonra 10 gün izolasyonla ancak toparlanıyorsunuz.
Ahlak ilkeleri olarak; kimseyi suçlamamak-itham, kimseyi yargılamamak-infaz, insanları alaya almamak-küçümseme, gıybet etmemek-dedikodu, haset etmemek-kıskançlık… Bunlar aklınıza geliyor, düşünüyorsunuz.
Statülerin, makamların, paraların, başkanlıkların… her türlü güçlerin yok oluyor. 180 derece farklı istikamete gidiyorsunuz. Tek gücün kalıyor, her şeyin tek sahibi Yaratıcı Allah’la bütünleşmek.
Yoğun Bakımda dokuzuncu günüm, bugün ilk defa 5-10 dakika uyumuşum, kendimi iyi hissediyorum. Yoğun bakımdan çıkacağım hissi içime doğuyor.
Yoğun bakımda son iki gün, yoğun bakımdan çıkış kriterlerini öğreniyorum. Ben bunu başaracağım diyorum.
Oksijen tüpüyle, oksijen saturasyonunuz 95-96’da 24 saat kalması gerekiyor. Son gün oksijen tüpü çıkarılıyor, oksijen maskesiyle, oksijen saturasyonunuz 90-92’de 24 saat kalması gerekiyor.
Yoğun bakımdaki onuncu günüm de, beni servise çıkaracaklarını söylediler hocalarım. Zirvede mutluluk bu olsa gerek, yoğun bakımdan hiç çıkamayacağım diye düşündüğünüz mekândan şimdi çıkıyorsunuz.
Yoğun Bakımın tüm çalışanlarına çok teşekkür ediyorum. Allah onlardan razı olsun. Çok zor görevler yapıyorlar, maaşlarını kuruşuna kadar hak ediyorlar.
Yoğun Bakımdan servise çıkınca, hemen tuvalete gitmek istiyorsunuz, adımınızı attığınızda kas zafiyetinden dolayı yıkılıyorsunuz, kolunuza girilerek ancak adım atabiliyorsunuz.
Serviste banyo yapmak istiyorsunuz, yardımsız banyo yapma imkânınız mümkün değil.
Yoğun Bakımdayken, hastabakıcılar sizi temiz steril bezlerle sürekli silip, temizliyorlar.
Yoğun Bakımdayken, hastabakıcılar sizin sakal ve etek traşlarınızı dönem dönem yapıyorlar.
Yoğun Bakımdan, servisteki odanıza sizi sedye üzerinde çıkarıyorlar, servis odasında adım atmak, kanepeye oturmak kas zafiyetini azaltmak için gerekmekte.
Yoğun Bakımdan servis odasına çıkınca, odada TV var, Türkiye’de, Dünya’da ne olup bitmiş günler sonra izleyip, haberiniz oluyor.
Yoğun Bakımda yatarken, arkadaşınız dostunuz olan doktor tanıdıklarınız sizi ziyaret ediyor, parayla ölçülmez, dünya sizin oluyor.
Yoğun Bakımdaki nöbetçi doktorlara, bazı doktor arkadaşlarınız selam gönderiyorlar, çok mutlu oluyorsunuz.
Yoğun Bakım ve servisteki tedavi süreciniz tamamlandıktan sonra taburcu oluyorsunuz, evde 10 gün izolasyon süreniz başlıyor.
Yoğun Bakımda vakit namazlarını gözlerinizle kılıyorsunuz.
Evde izolasyon döneminde namazları rükulu, secdeli kılmaya çalışıyorsunuz, gücünüzün yetmediğini görüyorsunuz.
Evde izolasyonun ilk gecesinde 3-4 saat uyuyorsunuz, Allah’ım çok şükür, uyumak ne güzel bir nimetmiş diyorsunuz.
Evde 10 günlük izolasyon süresi dolduktan sonra, işinize gitmek istiyorsunuz, araba kullanabilecek gücünüz yok. Ancak birkaç gün sonra araba kullanmaya başlıyorsunuz.
Saçların uzamasıyla, pandeminin de devam etmesi, kuaföre o dönemde gidemiyorsunuz, makineyle asker tıraşı yaptırıp, hayatımda ilk defa Ecevit şapkası giymiş oldum.
Hastaneden çıktıktan sonra 10 gün süreyle kan sulandırıcı Heparin, 1 ay süreyle de 100 mg Aspirin kullanmayı hocalarımız önerdiler.
Yaşamınızı gözden geçiriyorsunuz. Bizlere şah damarımızdan daha yakın Allah’a şükrediyorsunuz. Allah’a teslim oluyorsunuz, rıza gösteriyorsunuz, şükrediyorsunuz.
12 Aralık 2020
Eyüp ÖZEREN
Her derde devadır bize.
En güzel ilaç, şifadır bize.
Ne büyük moral, motivasyon,
Her zaman huzur, mutluluk, hayadır bize.
Anneler hiç yorulmaz mı?
Enerjisi, gücü hiç bozulmaz mı?
En tatlı bakışla bakarak,
Şah damarımızdan akmaz mı?
Anneler, evlatlarını ayırmayan,
Hepsine sevgi, şefkatle bakan,
Tüm streslerini boşaltan,
Kucaklayan, sarıp sarmalayan.
Her an çocuklarını düşünen,
Onlarla yaşayıp, onlarla bütünleşen.
Empati değil, sempati yapan,
Anneler gibi bir varlık var mı
Annelerin akılları, gönül kapıları.
Annelerin anne sütü, anne kucağı.
Annelerin ahlakı, helal lokma,
Annelerin sevgi dolu yaşamı, hepsi çocuklarına.
Zenginlikler katar canımıza, kanımıza.
Eğitimimizin temelini atar ana yapımıza.
Yarınlar için umut tutar varlığımıza.
Nezaket, zarafet, estetik sağlar sarayımıza.
Erdem, donanım, bilgi sarar hayatımıza,
Pırıl pırıl nurlar saçar insanlığımıza.
13.05.2018
Eyüp ÖZEREN
Lider; vizyon ve strateji sahibidir.
Değer oluşturur.
İnsanları etkiler, ilham verir, önderlik eder.
Adaletli yaklaşır, adil olur.
İstişare eder, çoğunluğa göre karar verir.
Halka odaklanır.
Takipçileri ve çekirdek ekibi vardır.
Her zaman risk alır.
Sürekli değişime açıktır.
Kalplere hitap eder.
İşlerini aklına, gönlüne ahlakına sorarak yapar.
Yol, yordam gösterir.
Beklentileri yükseltir.
Soru sorar, sorgular.
Aydın ve entelektüeldir.
Karşılıksız adım atar.
Kutsal bir amaca hizmet eder.
Elinden geleni tam yapar.
Her iki cihanın dengesini sağlar.
Şah damarından yakın Yaratıcıyla her an Rabıta kurar, kaybetme korkusu yoktur.